DÖNEMİN ÖZELLİKLERİ VE DOĞRU EYLEM ÇİZGİSİ - Duran Kalkan
Eski dengelerin giderek daha fazla yıkıldığı ve yeni sistem arayışlarının yoğunlaştığı çok önemli bir
tarihsel süreçten geçiyoruz. Ortadoğu’da yaşanan 3. Dünya Savaşı her zamankinden fazla Kürdistan’ı etkiler hale geliyor. Kürdistan’da 40 yıldır yürütülen özgürlük mücadelesi ve 30 yıllık silahlı direniş özgürlük devrimini ilerletmek ve zafere taşımak için çok önemli bir birikim ortaya çıkarmış bulunuyor. Böyle kritik ve tarihi öneme sahip bir dönemde Kürdistan Özgürlük Devrimini zafere taşımak için her zamankinden fazla imkan ve fırsata sahip bulunduğumuz bir ortamda neleri nasıl yapacağımız konusu her zamankinden fazla önem arz ediyor. Öyle ki, büyük devrimci gelişmeler için ciddi imkanlar ve fırsatlar oluşmuş durumda. Eğer bu imkan ve fırsatlar önder doğru değerlendirilirse sadece Kürdistan’a dayatılan kültürel soykırım rejimini aşmak, Kürt sorununun siyasi çözümünü gerçekleştirmek değil, Ortadoğu’da yeni bir demokratik uygarlık gelişimine yol açacak bir özgürlük ve demokrasi hamlesini Kürdistan’da gerçekleştirmek mümkün olacaktır.
tarihsel süreçten geçiyoruz. Ortadoğu’da yaşanan 3. Dünya Savaşı her zamankinden fazla Kürdistan’ı etkiler hale geliyor. Kürdistan’da 40 yıldır yürütülen özgürlük mücadelesi ve 30 yıllık silahlı direniş özgürlük devrimini ilerletmek ve zafere taşımak için çok önemli bir birikim ortaya çıkarmış bulunuyor. Böyle kritik ve tarihi öneme sahip bir dönemde Kürdistan Özgürlük Devrimini zafere taşımak için her zamankinden fazla imkan ve fırsata sahip bulunduğumuz bir ortamda neleri nasıl yapacağımız konusu her zamankinden fazla önem arz ediyor. Öyle ki, büyük devrimci gelişmeler için ciddi imkanlar ve fırsatlar oluşmuş durumda. Eğer bu imkan ve fırsatlar önder doğru değerlendirilirse sadece Kürdistan’a dayatılan kültürel soykırım rejimini aşmak, Kürt sorununun siyasi çözümünü gerçekleştirmek değil, Ortadoğu’da yeni bir demokratik uygarlık gelişimine yol açacak bir özgürlük ve demokrasi hamlesini Kürdistan’da gerçekleştirmek mümkün olacaktır.
İşte böyle bir ortamda, mevcut imkan ve fırsatları nasıl kullanacağız? sorusuna çözüm bulmamız gerekiyor. Çünkü söz konusu imkan ve fırsatların ancak yerinde, zamanında, doğru ve etkili kullanılmasıyla Kürdistan Özgürlük Devrimi hamle yapabilir, yeni zaferler kazanabilir ve Ortadoğu bölgesini demokratik devrime taşıyabilir. Bu da bize içinde bulunduğumuz dönemin özeliklerinin doğru anlaşılmasını ve ortaya koyduğu görevlere uygun ve o görevleri başarıyla gerçekleştirmemizi sağlatacak doğru ve yaratıcı eylem çizgisinin geliştirilmesi gerektiği hususunu dayatıyor.
Kürdistan’ın doğu ve güney parçalarında belli bir silahlı direniş söz konusudur. Özellikle Türkiye-Suudi-Katar gibi bölge gericiliğinin aktif olarak desteklediği Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) adlı yeni faşist saldırganlığına karşı Rojava ve Başur halkı Kürdistan özgürlük gerillası öncülüğünde yiğitçe direniyor. Bu parçalarda gittikçe yoğunlaşan bir savaş durumu söz konusu. Dolayısıyla içinde bulunduğumuz koşullar açısından nasıl bir eylem çizgisi izlememiz gerektiği, sorusu bu biçimde cevabını bulmuş oluyor. Fakat Kürdistan’ın esas büyük parçaları Kuzey ve Doğu Kürdistan’ındır. Doğu Kürdistan’daki mevcut durum, İran’ın bölgedeki konumu durumu çok öne çıkartmıyor. Bu alanda biraz daha dikkatli, bölge siyasetini yakından ve derinden gözeten bir siyaset izlememiz gerekiyor. Fakat özellikle Kuzey Kürdistan ve Türkiye hattında dönemin eylem çizgisinin doğru ve yaratıcı uygulanması hayati önem arz ediyor. Her ne kadar çatışmalı durum Güney ve Batı Kürdistan’da yoğunlaşmış olsa da buralardaki direniş ve gelişmeler Kuzey Kürdistan’daki aktif mücadeleye dayanmazsa sonuca gidemeyeceği gibi, kendi varlığını bile koruyamaz. O nedenle her ne kadar bu parçalarda savaş yoğunlaşsa da, bu savaşın esas dayanağı, güç kaynağı Kuzey Kürdistan’da 40 yıllık özgürlük mücadelesinin ve 30 yıllık gerilla direnişinin ortaya çıkardığı büyük özgürlük ve demokrasi birikimi oluyor. Bu nedenle özellikle Kuzey Kürdistan’daki bu birikimi zayıflatmamak, tersine en küçük bir duraksamaya fırsat vermeden daha da büyütmek ve geliştirmek kesinlikle gerekiyor.
Kuzey Kürdistan’da özgürlük ve demokrasi hareketi gelişmedikçe ve Kürt sorununun çözümünü dayatıp bu yönlü kalıcı adımlar atmadıkça ne Güney ve Batı Kürdistan’daki direnme durumu başarıya ulaşabilir, ne de bu parçalarda kalıcı bir çözüm gerçekleşebilir. Bu gerçeklik bölgenin stratejik konumu açısından böyle, Türkiye’nin Ortadoğu bölgesinde oynadığı stratejik rol nedeniyle ortaya çıkıyor. Aynı zamanda Kuzeyin Kürdistan’ın en büyük parçası ve yarısını oluşturması, dolayısıyla en dinamik gücü taşıması nedeniyle oluyor. Daha da önemlisi Kürdistan’ı bölen, inkar ve imha rejimi altında tutan sistemin en temel uygulayıcı gücü Türkiye Cumhuriyeti Devleti oluyor. Kürt inkarcılığında en katı ve en önde gelen güç konumunda. Bütün bunlar Kuzey Kürdistan’ı bütün diğer parçalar açısından stratejik öneme sahip bir alan haline getiriyor.
Bu nedenle içinde bulunduğumuz devrim sürecinde, özellikle Kuzey Kürdistan’da özgürlük mücadelesini geliştirmek, böyle bir mücadeleyi başarıya götürecek doğru eylem çizgisini bulmak hayati önem arz ediyor. Fakat şu da bir gerçek ki, hareket olarak bu konuda ciddi bir zorlanmayı yaşıyoruz. Genel hareketimizin siyasi kitlesel mücadelesi açısından bu böyle, gerillanın mevzilenişi ve eylem çizgisini geliştirmesi açısından böyle, özellikle de gençlik ve kadın hareketinin dönemin özelliklerine uygun doğru eylem çizgisini bulmak ve bunu etkili yöntemlerle hayata geçirebilmek açısından bu böyle. Kısaca Kuzey Kürdistan’da ve Türkiye’de dönemin gerektirdiği, özgürlük mücadelemizi zafere taşıyacak, çözüm sürecini başarıya götürecek bir eylem çizgisi geliştirmekte zorlanıyoruz.
Paradigma değişimi temelinde geçen 10 yıllık süre içerisinde bu konuda önemli zorlanmalar yaşadık. Bunları aşmak için büyük çabalar harcanmış, paradigma değişimi özümsenmeye çalışılmış, 4. Stratejik Dönemin gerekleri, doğru tarz ve taktileri açığa çıkartılarak bu temelde mücadele geliştirilmek istenmişse de bu konuda atılan adımların sınırlı kaldığı, fazla mesafe kat edilmediği bir gerçek. Son görüşme notlarında ve talimatlarında Önder Apo da bu duruma özellikle dikkat çekiyor. Önder Apo, yeni dönemin doğru anlaşılmadığı, KCK sisteminin yeterince özümsenmediği, ortaya çıkan imkan ve fırsatların görülemediği, dolayısıyla yaratıcı eylem biçimleriyle bu imkan ve fırsatların pratiğe dönüştürülemediği yönünde ciddi eleştiriler yapıyor. Hareketimiz de çeşitli kongre ve konferanslarında, yine yönetim toplantılarında benzer durumu tespit edip kararlar alıyordu. Yürütülen mücadelenin yeterli sonuçlar vermediği, gerektiği kadar başarılı olmadığı değerlendiriliyordu. Önder Apo bu değerlendirmeleri daha da somut hale getirdi; “İmkan ve fırsatlar yüzde bir bile değerlendirilemiyor,” dedi. Mevcut imkan ve fırsatları yeterince görecek, onlara doğru yaklaşacak ve etkili bir biçimde onları pratiğe geçirecek anlayış ve irade zayıflığının yaşandığını ortaya koydu. Hareket olarak bu zayıflıkları aşmak için büyük çaba harcıyoruz. Süreci daha doğru-derin kavrama, bu sürecin ifade ettiği görev ve sorumlulukları daha derinden anlama ve onları her alanda doğru bir eylem çizgisiyle hayata geçirme yönünde çabalarımız var. Yine bu görevleri başarıya taşıyacak doğru eylem çizgisiyle birlikte disiplinli, etkili, fonksiyonel, yani devrimci örgüt biçimlerini bulma ve kararlılıkla onları hayata geçirme yönünde de arayış ve çabalarımız sürüyor.
Bu çerçevede, özellikle Kuzey Kürdistan ve Türkiye çerçevesinde içinde bulunduğumuz koşullarda nasıl hareket etmeliyiz? İmkan ve fırsatların düzeyi ne? İçinde bulunduğumuz süreç, yeni paradigma ve stratejik dönem bizden hangi görev ve sorumlulukların gereğini yerine getirmemizi istiyor? Bunları hangi tarz ve taktikle başaracağız? Eylem çizgimiz ne olacak? Hangi eylem biçimlerini nerede, ne zaman, nasıl uygulayacağız? Bu ve benzeri sorulara hareket ve halk olarak, özellikle de özgürlük mücadelemizin öncüsü olan gençlik hareketi olarak yeterli cevapları verebilmemiz gerekiyor. Çünkü bu soruları doğru cevapladığımız ölçüde içinde bulunduğumuz dönemde ortaya çıkmış imkan ve fırsatları başarıyla hayata geçirip özgürlük devrimine hamle yaptırabileceğiz. Kuzeyde bu yönlü her gelişme Batı ve Güney Kürdistan’daki çatışmalı durumu doğrudan etkileyecek ve böylelikle hemen hemen dört cephede birden mücadele eder hale geldiğimiz böyle bir süreçte Kürdistan Özgürlük Devrimini bütün parçalarda birlikte geliştirerek, bunu Demokratik Ortadoğu Devrimine dönüştürebileceğiz.
Böyle bir hedefi başarabilmemizin kilit noktası ise doğru eylem çizgisini bulmak ve etkili bir biçimde hayata geçirmek oluyor. O bakımdan da; Eylem nedir? Eylem çizgisi nelerden oluşur? Eylemin unsurları nelerdir? gibi sorular üzerinde düşünmek, tartışmak, araştırmak ve yeterli bir düşünce açıklığı ortaya çıkartarak önümüzü aydınlatmamız gerekiyor.
EYLEM-AMAÇ İLİŞKİSİ
Çok değişik biçimlerde eylem tanımı yapılabilir. Eylem, bütün fonksiyonel hareketler açısından en çok kullanılan bir kavram da oluyor. Fakat en anlaşılır biçimde; programla öngörülen ideolojik, siyasi, örgütsel amaca ulaşmak üzere yapılan iş, olarak tanımlanabilir. Eylemi bir iş, bir çalışma olarak tanımlamak önem taşıyor. Neden? Çünkü eğer böyle tanımlanmaz ve sadece bir saldırı unsuru olarak görülürse, hele hele şiddetle doğrudan her zaman bağlantılandırılır ise o zaman yapıcı eylemlilik ortadan kalkıyor, pozitif eylem denen alan kayboluyor. Eylemin sadece yıkıcı, darbeleyici yönü öne çıkıyor. Zaten böyle bir kavrayış da söz konusu. Genelde hareketimizin içinde de Türkiye ve Ortadoğu alanından da “eylem” dendiğinde daha çok saldırı içeren, yıkıcılığı ifade eden, hatta savaşı çağrıştıran bir husus anlaşılıyor. Bu kavrayış yetersizdir, yarımdır.
Bizim açımızdan eylem kavramının böyle anlaşılmasının bilinir nedenleri var. Çünkü çok katı, baskıcı, katliamcı bir kültürel soykırım rejimi altında yaşayan bir halkız ve 40 yıldır bu rejime karşı direniş mücadelesi veriyoruz. Dolayısıyla bu kadar hakim, imhacı, yok edici bir rejime karşı pozitif, yapıcı mücadele yürütmek zordur. Esas olan onun maskesini düşürmek, gerçek yüzünü açığa çıkartmak ve biraz darbeleyip geriletmektir. Bu da hep yıkıcılığı, karşı tarafı vurmayı içeren bir eylemliliği ifade eder. Bu bakımdan hareketimizde eylem dendiğinde; karşı tarafı, sömürgeciliği protesto etmeyi, darbelemeyi öngören işler yapmak, olarak anlamak anlaşılırdır. Kürt toplumuna dayatılan sömürgeciliğin, kültürel soykırım rejimi rejiminin katliamcı, baskıcı, yok edici karakteriyle bağlı; pozitif eylemliliğe, yapıcı eylemliliğe asla fırsat vermeyen bir yapısı var. Dolayısıyla eylemi biz hep böyle anladık. Fakat dışımızdaki güçler açısından da çoğunlukla anlaşılan bu oluyor. Halbuki eylem kavramını bu biçimde anlamak, tanımlamak yarımdır, yeterli değildir. Diyelim ki, eylem kavramına yüklenen anlamın yarısı karşı tarafı vurmayı, geriletmeyi, yıkmayı ifade ediyorsa diğer yarısı da yeniyi yapmayı, inşa etmeyi, kendi sistemini kurmayı ifade eder. Bunun için eylemi sadece negatif bir olgu olarak görme ve tanımlama değil, pozitif bir olgu olarak görmek ve tanımlamak önemlidir. Onun için bir iş, bir çalışma olarak görmek, tanımlamak anlamlıdır. İçinde bulunduğumuz dönem gereği böyle bir açılım yapmaya gerek vardır. Geçmişte kültürel soykırım rejiminin çok fazla egemen olduğu dönemde onun maskesini düşürmek, teşhir etmek, onu darbelemek için hep negatif yönlü eylemler yapmış olsak da 40 yıllık mücadelenin ortaya çıkardığı birikim ve içinde bulunduğumuz dönemin özellikleri gereği artık pozitif eylem de gerekiyor. Bu nedenle eylem kavramını; bizi programla belinlenmiş amaca ulaştırmak için yapılan iş ve çalışma, olarak tanımlamak ve bu temelde anlayıp hayata geçirmek büyük önem taşıyor.
Bu çerçevede öncelikle üzerinde durmamız gereken diğer nokta ise eylem ve amaç ilişkisidir. Dikkat edilirse eylemi tanımlarken de amaçla bağlı olarak ancak ifade edebiliyoruz. Bir amaca ulaşmak için yapılan iş, diyoruz. Demek ki eylemle amaç ilişkisi başattır. Amaçtan kopuk hiçbir eylem söz konusu olamaz. Her eylem mutlaka bir amaca bağlı olmak ve onun başarısını sağlatmak durumundadır. En son heyet görüşmesinde de Önder Apo buraya dikkat çekti ve “Amaçtan kopuk eylemler olmasın,” dedi. Bu çok önemli, çünkü son yıllarda hareketimizin çeşitli kollarının yaptığı eylemler doğru eylem tanımıyla tam örtüşmüyor. Amaçtan kopuk olma özelliği çok fazla var. Niçin yapıldığı, neye bağlı olduğu, bize hangi yararı getirdiği belli bile olmuyor. Neden? Çünkü eylem denince negatif eylemliliği öğrenmişiz, anlamışız, her zaman bunun geçerli olacağını sanıyoruz. İçinde bulunduğumuz dönemde negatif eylemler gerektiğinde yaptıklarımız yerini buluyor, bir anlam ifade ediyor, sonuç da veriyor. Fakat pozitif eylemlerinin gerekli olduğu yerde negatif eylemler yapınca amaçtan kopuyor. Niçin yapıldığı belli olmuyor ya da ters amaçlar, ters sonuçlar ortaya çıkarıyor. Hareketimize, mücadelemize katkı sunacakken zarar verici sonuçları yaratıyor. Bu yönlü Önder Apo’nun da sık sık eleştiri ve uyarıları oldu, yönetimimizin yapılan eylemlere dönük değerlendirme, eleştiri ve uyarıları söz konusudur.
Buradan çıkaracağımız temel sonuç şu: Her eylem mutlaka amaca bağlı olmalı. Amaçsız eylem olmaz. Eylem olsun diye eylem yapılmaz. “Ne olursa olsun da eylem olsun,” denilemez. Salt eylem olsun anlayışıyla hareket edilemez. Eylem denen şey, yapılan iş mutlaka özgürlük mücadelemize hizmet etmeli, mücadeleye katkı sunacak sonuçlar ortaya çıkarmalıdır; yani, bir amacı başarmamızı sağlatmalıdır. Bu bakımdan eylem ile amaç ilişkisi kesindir. Amacı olmayan, ters amaca bağlı olan, amaçtan kopuk bir eylem çizgisi söz konusu olamaz.
Bu noktada, amaç ne? sorusu önem taşıyor. Kendine göre amaç belirlenerek eyleme girilebilir. Tabi amaçtan kastımız bu değildir. Amaç: Teorik, stratejik analizler sonucu ortaya çıkartılmış ve programla belirlenmiş hedeflerdir. Biz bir devrimci hareketiz, ideolojik, siyasi hareket durumundayız. Dolayısıyla ideolojik, siyasi, örgütsel amaçlarımız var, hedeflerimiz var. Bu uzun süreli hedefler biçiminde olduğu gibi belli stratejik dönemleri içeren hedefler olarak da önümüze çıkıyor ve bunları parti programıyla, çeşitli örgüt ve kurumların programları ile ifade ediyoruz; hedef ve ilkeler, amaçlar diye ortaya koyuyor. İşte amaçtan kasıt budur. Öyle kendimize göre belirleyeceğimiz amaçlar, hedefler değil. Parti programının, çeşitli kurum ve örgülerimizin programlarıyla, ilke ve hedefleriyle belirlenen amaçlar oluyor. İçinde bulunan dönemde özgürlük ve demokrasi mücadelesini başarıya götüren görevler oluyor. Bu bakımdan amaç konusunun genel olduğu kadar içinde bulunulan dönemle de bağlı olma özelliği var.
Bu noktada açığa çıkıyor ki, eylem-amaç ilişkisini doğru bilmek ve bir eylemin başarısı için öncelikle amacın ne olduğunu bilmek gerekiyor. Amacın ne olduğunu bilmeden içinde bulunduğumuz dönemde neler yapmamız gerektiğini, hangi görevleri pratikleştirmemiz gerektiğini bilmeden doğru eylem yapamayız. O halde Önderlik teorisini bilmemiz, hareketimizin programını özümsememiz, özelikle de Önder Apo’nun savunmalarla ortaya koyduğu yeni paradigmayı özümsememiz, Demokratik Moderniteyi tüm boyutlarıyla kavramamız önem taşıyor. Program amaçlarını bilmemiz gerekiyor, yine kongre ve konferanslarda, dönemsel toplantılarda hareketimizin aldığı kararları, önüne koyduğu görevleri bilmemiz gerekiyor. Bu anlamda hareketi takip etmemiz lazım. Hareketin toplantılarını, kongre-konferanslarını takip ederek buralarda ne tür kararlar alındığını anlamamız gerekli ki içinde bulunduğumuz dönemde yerine getirmemiz gerektiği görevlerin ne olduğunu, dolayısıyla hangi amaçları başarmakla yükümlü olduğumuzu doğru ve yeterli biçimde anlayalım. Eğer böyle bir çalışma yapmazsak, örgütü takip etmezsek, paradigmayı bilmezsek, dönemin stratejisinin önümüze koyduğu hedefler programını bilince çıkarmazsak elbette amacımızın ne olduğunu bilemeyiz.
Bu dönemde ne yapmamız gerektiğini bilmeden eylem yapılamaz. Bunları bilmeden ve bunlara bağlı olmadan yapılacak eylem kesinlikle ters olur, yanlış olur; tesadüfen doğru olması nadiren gerçekleşse bile, bu, çoğunlukla yarım kalır. O nedenle de bir eylem gücü haline gelebilmek için her şeyden önce içinde bulunduğumuz dönemde ne yapmamız gerektiğini, hangi görevleri yerine getirmemiz gerektiğini bilmek gerekiyor. Ancak öyle olursa o hedefleri başaracak işleri, çalışmaları yapabilir, bizi o hedeflere götürecek yol ve yöntemleri doğru şekilde bulabiliriz. İşte bu yol ve yöntemlere eylem biçimleri deniliyor, onları uygulamaya eylem yapmak, öyle bir yolda yürümeye eylem çizgisini oluşturmak deniliyor.
EYLEMDE UYGUN ARACIN ÖNEMİ
Eylem tanımı ve eylem-amaç ilişkisi ile doğru eylem çizgisi oluşturmak başarılı eylem yapmak için çok gerekli ve önemli olmakla birlikte, diğer önemli bir husus da eylemde uygun aracın bulunması ve kullanılmasıdır. Doğru bir eylem çizgisi izleyebilmek için başarmakla yükümlü olduğumuz amacı bilmek zorunludur, ama amacı bilip onu başarmak için eyleme kalkıştığımızda bizi amaca ulaştıracak doğru eylem biçimlerini hayata geçirmemizi sağlayan araçlar geliştirmezsek, eylemi o tür araçlara dayalı yürütmezsek de başarılı olamayız. Aslında amaç, ne yapmamız gerekir? sorusunu bilmeyi içerirken, araç da eylemi nasıl ve nelerle yapmamız gerekir? sorusuna cevap vermeyi ifade ediyor. Nasıl yapılması gerekiyor? sorusuna planlama ve örgütleme de giriyor, ama doğru araç bulmak bunun başında geliyor.
Amaç doğru belirlense ve o amacı başarmak için doğru eylem biçimleri bulunsa bile eğer uygun araçlarla o eylem biçimleri yürütülmezse başarılı olunamaz. Tersine zarar verici sonuçlar da ortaya çıkar. Mesela savaş yapmak gerekiyor, şiddet araçlarını kullanmak lazım, ulaşılacak amaç kesinlikle bunu istiyor; silah kullanmak gereken yerde sopa kullanırsan başarısız olursun. Ama sopa kullanılması gereken yerde silah kullanırsan işleri ters yüz edersin, yine başarısızlık ortaya çıkar. Sopa kullanmak veya başka araçlar kullanmanın gerektiği yerde hiçbir araç kullanmadan yumrukla işin içine girersen de başarılı olamazsın. O nedenle eylemde uygun aracın bulunması da başarı açısından çok çok önem taşıyor.
Uygun araç denilirken kastedilen nedir? Uygun araç neyle ve nasıl belirlenir? İki şeyle; bir, amaca uygunlukla; iki, uygulanacak eylem biçimine uygunlukla belirlenir. Uygun aracın belirlemenin bağlı olduğu hususlar bunlardır. Amaçla ve eylem biçimiyle uyumlu ise o araca doğru araç denilir. Yani amacı başarmamızı sağlayacak eylem biçiminde kullanmaya uygun, onu kullandığımızda bizi amacı başarmaya götürecekse o araçlar doğrudur, yerindedir, kullanılmalıdır. Ama kullanmak istediğimiz araçlar eylem biçimimizle uyumlu değil ve bizi amacı başarmamıza götürmüyorsa, kesinlikle o araçlar yanlıştır, eylem ile uyumlu değildir, vazgeçilmelidir. O halde doğru araç seçimine de her eylemde mutlaka dikkat etmek lazım.
EYLEMDE PLANLAMA, ÖRGÜTLEME, YÖNETİM
Eylemin doğru tanımlanması, eylemin amaçla bağının kesin kurulması ve uygun aracın seçilmesiyle birlikte bir eylemde başarıyı sağlatacak doğru bir planlamaya, o planı hayatı geçirecek doğru ve yeterli örgütlenmeye ve o örgütü eylemde idare edecek etkili bir yönetime kesinlikle ihtiyaç vardır. Plansız, örgütsüz ve yönetimsiz eylem olmaz. Bu husus da eylem çizgisinin önemli unsurlarını ifade ediyor. Gerçi denebilir ki, “Biz böyle şeyleri şimdiye kadar fazla bilmedik, fazla gündeme getirmedik, bu konular daha çok askeri eylemlerde gündeme geliyor. Askeri güçler, gerilla daha çok bunun üzerinde duruyor. Siyasi eylem alanında, kitlesel mücadelelerde bu tür kavramlara çok yer verilmiyor. Örneğin serhıldanlarda bu kavramlar hiç kullanılmıyor. Şimdiye kadar böyle bir yaklaşımımız olmadı.” Doğru, şimdiye kadar yaklaşımımız bundan uzaktı, ama bu durum yanlıştı, bunu anlamamız lazım.
Siyasi ya da askeri, ideolojik ya da örgütsel, ekonomik ya da sosyal, eylem eylemdir. Dolayısıyla her eylemde geçerli olan yönler vardır ki, planlama, örgütleme ve yönetim hepsinde geçerlidir. Bunları sadece askeri eylemin unsurları olarak görüp de diğer eylemler için geçerli görmeyen yaklaşım kesinlikle yanlıştır. Bu konularda da düzeltme yapmamız gerekiyor. Ne tür eylemler yaparsak yapalım hepsinde bu unsurlara yer vardır. Bunlara göre ele alıp uygulanması gereklidir ki eylemimiz başarıya gitsin. Yoksa başarılı olmaz. Onun için ekonomik olsun, sosyal olsun, kültürel olsun, siyasi olsun, serhıldan olsun hangi alanda eylem olursa olsun hepsinde kesinlikle planlama, örgütleme ve yönetim unsurlarına yer vardır. Bunları yaparken bütün alanlarda eylem yapmaya girişirken bu unsurlar temelinde ele alıp hayata geçirmek lazım.
Mutlaka planlı eylem yapmak lazım, mutlaka örgütlü eylem yapmak lazım, mutlaka eylemin bir yönetimi olmalı. Bunlar olmadan olmaz. Bunlar olmadan oldu mu, işte Kürdistan’ın kentlerinde çeşitli gençlik gruplarının polisle çatışması durumu ortaya çıkar ki gerçekten de eylem biliminden sonuna kadar uzak bir durumu ifade ediyorlar. Ne doğru dürüst planlamaları var, ne her hangi bir örgütlenmeye dayanıyorlar, ne yönetimleri var; ‘hurra! Yandım Allah’ yaklaşımıyla yürütülüyorlar ve dolayısıyla başarıya gitmiyorlar. Siyasi eylem yapan güç, gençlik grupları böyle olurken karşılarındaki polis gücü çok örgütlü, planlı olduğu için küçük bir kuvvet olsa bile sonuç alıcı oluyor. Bu nedenle polise karşı yürütülen eylemlerde sonuç alınamıyor, tam başarılı olunamıyor. Bu durumu kesinlikle düzeltmek gerekiyor. Şimdiye kadar olanı sürdürmemek lazım. Öyle bir duruma eylem denmez. Bu kadar kendiliğindencilik çok fazla ve sonucu zarar vericidir; her girdiğimiz eylemde kayıp veriyoruz, karşı taraf daha baskın çıkıyor. Oysaki biz daha inançlıyız, daha amaçlıyız, haklıyız, çoğuz, güçlüyüz! Etkili vurabiliriz, ama o gücü kullanamıyoruz. Gücü etkili kullanabilmek için planlı, örgütlü eylem yapmamız gerekiyor.
Eylemimizin yeterli yönetiminin olması gerekiyor. Planlamadan kasıt, işin nasıl yapılacağının önceden belirlenmesi, belli kurallara bağlanmasıdır. Örgütlenmeden kasıt, o eylemin içerdiği çeşitli görevleri yapacak görevlilerin belirlenmesi ve onların birbiriyle ilişkilerinin netleştirilmesidir. Yönetimden kasıt ise, eylemin içerdiği görevleri yürütmek üzere örgütü harekete geçirmek, baştan sona kadar görevlerin başarıyla gerçekleştirilmesini idare etmek, yönlendirmek, sağlatmaktır.
Bunların bütününe tarz dersek, eylem tarzında bir düzeltmeye ihtiyaç vardır. Plansız, örgütsüz, yönetimsiz, karmakarışık, rastgele, darmadağın bir eylem tarzından kendimizi kesinlikle çıkarmamız lazım. En az karşımızdaki güç kadar, polis kadar, asker kadar biz de eğitimli, planlı, örgütlü ve yönetimli olmalıyız. Hatta ondan daha fazla olmalıyız; çünkü bizim gücümüz eğitimliliğimizden ve örgütlülüğümüzden geliyor. Başka bize güç katacak hususlar yoktur. O nedenle planlı, örgütlü, eğitimli hareket etmeyi biz herkesten daha fazla önemsemeliyiz. Bu planlama, örgütleme ve yönetim unsurlarının başına eğitimi de koymamız gerekiyor. Çünkü örgütleme yapabilmemiz için eğitim şarttır. Ancak eğitilmiş insanlar planlı hareket ederler, örgütlü çalışırlar, araçları etkili kullanırlar. Eğitimsiz, hazırlıksız güçlü eylem yapılamaz. Eylemin hazırlığı gerekiyor, hazırlığın başında da eğitim geliyor, örgütleme geliyor, planlama geliyor. Bu temelde hazırlık yapmadan girilecek eylemde başarılı olmak mümkün değildir.
EYLEMDE SAVUNMA ve HAMLE
Eylem tarzının önemli unsurları savunma ve hamle oluyor. Buna eylem taktikleri de denebilir. Eylemin doğru tanımı, amaçla ilişkisi, doğru araç seçimi, planlama, örgütleme, eğitim ve yönetiminin sağlanması yanında eylem tarzının da doğru seçilmesi gerekiyor. Eylem tarzından kasıt, savunma ve saldırı taktiklerinin yerinde, zamanında, doğru ve yaratıcı bir biçimde bulunması ve kullanılmasıdır. Böyle bir yaratıcılık gösterilmez, eylem biçiminde zenginlik ortaya çıkartılmazsa öyle bir eylemde başarılı olunamaz. Yani dümdüz, tek düze bir yaklaşımla sonuç alamayız. Bir defa yaparsın karşı taraf tedbir alır, ikinci defa gider pususuna düşersin. Sonuçta da başarısız kalırsın. O nedenle bu düz, tek düze, renksiz, yani zenginlikten yoksun bir yaklaşım tarzından kendimizi kesinlikle kurtarmamız gerekiyor.
Eylem biçiminde çeşitlilik, yaratıcılık, zenginlik çok çok önemlidir. Bu da içinde bulunulan koşullarla, amaçla, karşı tarafın durumuyla ve kendi gücümüzle bağlantılıdır. Amacımızı, karşı tarafın durumunu, gücümüzü, zemini dikkate alarak, orada nasıl bir eylem biçiminin uygulamamız gerektiğini otaya çıkarırız; işte buna taktik belirleme deniliyor. Doğru eylem taktiğini belirleyene ise eylem yöneticisi, eylem komutanı deniliyor. Komutan olmanın, yönetici olmanın en temel unsurlarından birisi doğru eylem yöntemini, biçimini belirlemektir. Yani taktik yaratıcılık gösterebilmektir. Böyle bir taktik yaratıcılıkta, yaklaşımda iki unsur önemli oluyor: Savunma ve saldırı -ya da hamle- Hep savunmada olunamayacağı gibi hep hamlede de olunmaz. Nerede savunma taktiklerini uygulamak, nerede de hamle yapmak gerektiğini doğru tespit etmek gerekiyor. Bizde aşırı derecede savunmacılık var. Buna Önder Apo “pasif savunma” dedi ve “siz uydurdunuz!” diye de ekledi. Neredeyse hamle yapamıyoruz. Bize saldırı olursa direniyoruz, bir savunma tutumu gösterebiliyoruz, ama onun dışında bir eylemliliğimiz çok zayıf gerçekleşiyor. Savunma eylemleriyle de ancak karşı tarafın iradesini kırarsın, ama onu geriletmek, hamle yapmak, fethedici olmak, dolayısıyla bu biçimde zafer kazanmak mümkün olmuyor. Sadece karşı tarafın iradesi kırılabiliyor, saldırı gücü kırılabiliyor. Elbette bu da iyidir, önemlidir, ama sadece bununla yetinmek bir mücadelede, eylemde zaferi yakalatmaz.
Yerinde, zamanında, yaratıcı eylem biçimlerine dayalı savunma taktiklerini hayata geçirmekle birlikte yeri ve zamanı geldiğinde de taktik saldırı yapabilmek, hamlede bulunabilmek, hamlesel mücadeleyi öngörmek, taktik saldırı yapacak ruhu, atılımcılığı, girişkenliği yaşayabilmek gerekiyor. Bizde devrimci ruhta zayıflama var. Taktik saldırı yapma, hamleye girişmede yetersizlikler var. Özellikle son dönemlerde eylem çizgimizin zayıf kalan çok önemli bir boyutu budur. Sadece savunma çizgisinde var oluyoruz, o da var olanı korumaya yetiyor, geliştirmiyor, bizi yetersiz kılıyor, zafere taşımıyor. Son dönemlerin eylem sonuçlarının hep “yetersiz devrimcilik” olarak tanımlanması, “taktik dışı” ya da “taktiğin yarım uygulanması” olarak ifade edilmesi buradan ileri geliyor. Kuşkusuz her zaman, her yerde taktik saldırı içinde olunmaz, hep hamle yapılmaz, gözü dönmüşçe yaklaşılmaz, ama bunun tersi de olmaz; yani hep savunma konumunda da olunmaz.
Peki, başkası saldırmazsa biz hiçbir şey yapmayacak mıyız? Buradan o sonuç çıkıyor; demek ki yapmayacağız! Yapmasak da gelişme ortaya çıkaramayız. Bu kadar fırsat, imkan değerlendirilemez, zaten Önder Apo, “yüzde bir bile imkanları değerlendiremiyorsunuz,” dedi. Böyle bir durumun sonucu olarak hep dışarıdan beklemeyi, üstten beklemeyi içeriyor ki, hep bekleyen, söyleneni ya da verileni işleten-yapan, öyle olmazsa yerinde durup bekleyen pasif duruş ortaya çıkıyor. Bunu avare-asi duruş olarak da tanımlayabiliriz. Gerçekten de avare-asi durum var, işlevsizlik var, sahip olduğumuz imkan ve fırsatları etkin olarak kullanamıyoruz. Onu kullanabilmemiz için yerinde, etkili savunma taktikleri geliştirebildiğimiz gibi, yerinde etkin taktik saldırı eylemlerine girebilmeliyiz, hamleci olabilmeliyiz. Hareketimizin önemli bir karakteri de hamleci olmasıdır. Bugüne kadar hamle yaparak kazandık. Zindan direnişi bir hamleydi, 15 Ağustos hamleydi. Gerillanın özünde vur-kaç taktiği vardır, taktik vurmak vardır. Gerilla tarzı bizim bütün eylemlerimiz için geçerli olan bir tarzdır. Her yerde gerillanın eylem tarzında kesinlikle yararlanmamız gerekiyor.
EYLEMDE NEGATİF ve POZİTİF BOTUYLAR NELERDİR?
Negatif olarak hep karşı tarafı açığa çıkarmayı, teşhir etmeyi, darbelemeyi öngörürken; pozitif eylem alanları olarak da yapmayı, inşa etmeyi görmemiz lazım. Eylemi sadece yıkıcılık olarak görmemeliyiz, yapıcılık olarak da görmeli ve en temel eylemciliği inşa eylemciliği olarak tanımlamalıyız. Aslında bütünlüklü baktığımızda eylemin pozitif yönü daha çok, negatif yönü daha azdır. PKK devrimciliğinde de bu böyledir, Önder Apo’nun eylem anlayışı ve çalışma tarzı kesinlikle böyledir. İster anlayışına, ister pratiğine bakalım; burada yapıcılık, inşa çok daha fazla iken, yıkıcılık, teşhir edicilik daha alt boyuttadır. Eğer yıkıcılık değil yapıcılığı temel bir eylem olarak göreceksek, o durumda sadece serhıldanı ve savaşı eylem alanı olarak görmememiz gerekir. Eylem sadece siyasi ve askeri boyutlu değildir; ekonomik boyutu da vardır, sosyal boyutu da vardır, hukuki boyutu da vardır, diplomatik boyutu da vardır. Demokratik Ulusun bütün boyutları aslında birer eylem alanıdır.
Demokratik Ulus inşası en temel eylemdir. Ekonomik boyut; tarımı, sanayiyi, hayvancılığı, ziraatı, ticareti, hepsini içerir. Bu alanlardaki bütün çalışmaları pozitif eylemlilik kapsamında değerlendirmemiz lazım. Sosyal alanda anadilde eğitim en temel bir eylemlilik alanıdır. Sağlık sorunlarının çözümü; her tarafta sağlık ocakları oluşturma ve toplumun çok ihtiyaç duyduğu sağlık sorunlarını çözme en temel bir çalışma alanı, Demokratik Ulus inşasının en temel boyutlarını ifade ediyor. Hukuksal boyut, hukuk mücadelesi; hem karşımızdaki güçle mücadele kapsamında, hem de kendi ahlak ve hukuk kurallarımızın oluşturulması, inşa edilmesi bakımından pozitif anlamda en önemli bir eylem alanı. En rahat, en kolay gerçekleştirebileceğimiz ve sömürgeci sistemi, yönetimi işlemez kılarak halkın demokratik özyönetimini işletecek bir hukuki sistemi rahatlıkla geliştirebiliriz. Bu da devlet ve iktidar gücünü işlemez kılar, zayıflatır. Diplomasi alanı he keza böyledir. Kültür alanı bütün boyutlarıyla bir eylem alanıdır. Kendi kültürel etkinliğimizi, sanat ve edebiyat etkinliğimizi geliştirmek, oluşturmak; özgür bireyi ruh, duygu, düşünce ve davranış olarak ortaya çıkarmak ve bunu demokratik toplum içerisinde var etmek en büyük bir kültürel gelişimi ifade ediyor.
Bununla birlikte siyasi alan da, askeri alan da eylem alanları, ama siyasi ve askeri alan eylemciliğinin de hepsi negatif değildir, pozitif boyutları da var. Örneğin siyasi eylem; karşı tarafı teşhir etmek, geriletmek negatif boyut iken, demokratik özyönetimi kurmak ve toplumun kendini yönetmesini sağlatmak da pozitif boyutudur. Halkın meclisler biçiminde siyasi yönetimlerini kurup kendi kendilerini yönetir hale gelmelerini sağlatmak pozitif boyuttur. Yine askeri alanda öz savunma, güvenlik, onu sağlayacak askeri gücü eğitme, örgütleme pozitif boyuttur. Karşı tarafa darbe vurmak negatif boyutu iken, kendi gücümüzü eğitip hazırlamak, halkın öz savunma kuvvetlerini oluşturmak da bu işin pozitif boyutunu oluşturuyor.
DÖNEMİN DOĞRU EYLEM ÇİZGİSİ
İçinde bulunduğumuz sürecin doğru eylem çizgisi ne olmalı? Bu eylem çizgisinin unsurları, biçimleri nelerden oluşmalı? sorularına da cevap arayabiliriz. Bunun için her şeyden önce içinde bulunduğumuz dönemin özellikleri ve bize yüklediği başarmamız gereken görevlerini doğru tespit etmemiz gerekiyor. Şimdi biz hareket olarak, Önder Apo’nun tanımlamasıyla, Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa sürecindeyiz. Yani inşa ve direniş dönemindeyiz. En son Önder Apo bu dönemi şu şekilde sloganlaştırdı: Enerjimize, Suyumuza, Toprağımıza Sahip Çıkalım-Demokratik Özgür Yaşamı İnşa Edelim. Dikkat edilirse burada inşa var, demokratik özgür yaşam inşası var. Bunu Demokratik Ulus inşası olarak da ifade edebiliriz. Böyle bir inşa Kürdistan’da gerçekleşiyor. Bunun için enerji gerek, su gerek, toprak gerek. Yani bir toplumu yaşatacak üretim gerek. O halde bunlara sahip çıkmamız gerekiyor.
“Enerjimize, Suyumuza, Toprağımıza Sahip Çıkalım!” denilirken ne kast ediliyor? TC devletinin, AKP hükümetinin toprağı, suyu, enerjiyi yok etmeye dönük saldırıları var. Bunları bir özel savaş aracı olarak kullanıyor. O halde onlara karşı durmak, mücadele etmek, direnmek, yani sahip çıkmak, korumak gerekiyor. Ancak onları koruduğun ölçüde o değerler üzerinde, onlara dayanarak demokratik özgür yaşamı inşa edebilir, var edebilir, yaşanır kılabilirsin.
Demek ki içinde bulunduğumuz dönemin ikili bir görevi var;
İnşa görevi.
İnşa edileni koruma, savunma görevi, yani direnme görevi.
Hala kültürel soykırım rejimi etkisiz kılınmış değil, sömürgecilik yıkılmış değil. Onlar hala fırsat bulduklarında saldırıyorlar. O halde o saldırıları kıracak, boşa çıkartacak bir direnme konumunda her zaman olmak gerekli. Geçmişten gelen eylem alışkanlığımızın ve anlayışımızın sonucu olarak böyle bir direniş, savunma zaman zaman gösterebiliyoruz. Fakat gerçekleştiremediğimiz, içine giremediğimiz inşa döneminin inşa görevleri. Eylemi tek yanlı, hep negatif bir olay olarak aldığımız için pozitif eylemliliğe giremiyoruz. Bu konuda mücadele tarihimizin gelişimini bilmek öğretici olabilir. Örneğin ‘70’ler döneminde hep karşı tarafı açığa çıkartan, sömürgeciliği, kültürel soykırım rejiminin özelliklerini açığa çıkartan, onu propaganda ve eylemle teşhir eden bir mücadele yürüttük. Eylemimizin esası sömürgeciliği, kültürel soykırım rejimini teşhir etmekti. Böyle bir teşhirle amaçlanan halkın ve kamuoyunun Kürtler üzerinde uygulanan kültürel soykırım rejimini bilir, anlar, dolayısıyla giderek karşı çıkar hale gelmesini sağlamaktı. Aslında bir aydınlanma ve bilinçlenme hareketi yürüttük. Amacımız sömürgeci soykırım gerçeğini açığa çıkarmak ve teşhir etmekti. Dolayısıyla bütün çabamız, eylemimiz bu amacı başarmaya yönelikti. Propagandamız, siyasi eylemlerimiz, silahlı eylemlerimiz buna yönelikti.
12 Eylül faşist askeri darbesinden sonra 15 Ağustos 1984 gerilla atılımıyla bu amacımızda, dolayısıyla eylem çizgimizde değişiklik oldu. Karşı tarafı, sömürgeciliği, düşmanı açığa çıkartmak ve teşhir etmek yine temel bir görevdi. Onun 12 Eylül faşist askeri yönetim biçimini açığa çıkartıp teşhir etmek daha da önemli hale gelmişti. Bununla birlikte sömürgeci soykırım rejimine darbe vurmak, mümkünse onu yıkmak yeni bir görev olarak önümüze konmuştu. Bir amaç olarak bunu edinmiştik. Silahlı direnişle kültürel soykırım rejimini yıkmak hedefimizdi.
Dolayısıyla gerilla hamlesi temelinde amacımız ne oldu?
Düşmanı teşhir etmek.
Onu darbelemek ve yıkmak.
Eylem biçimlerimizin hepsi bu amaca yöneldi. Bizi bu amaca götüren eylemler başarılı eylemler olarak anıldı, tanımlandı. Öyle olmayanlar yanlış bulundu. Şimdi ise biz ne kuruluş dönemindeyiz, ne direniş dönemindeyiz. Düşmanı teşhir eden eylemlilik kuruluş döneminin eylemiydi. Teşhirle birlikte düşmanı darbelemeyi öngören eylemlilik direniş döneminin eylemliliğiydi. Önceki sonrakinin içinde devam ediyor. Bir aşamadan diğerine geçince önceki ortadan kalkmıyor, ama yeni görev ekleniyor. Şimdi yeni bir aşamadayız; Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa aşaması, Demokratik Ulus İnşası süreci diyoruz. Başka bir ifadeyle buna Demokratik Çözüm Süreci dedik. Bu aşama öncekilerinden farklı. Kuşkusuz bu aşamada da sömürgeci soykırım rejimini açığa çıkarma, teşhir etme, onun Kürdistan üzerindeki baskılarını, saldırılarını teşhir edip toplum ve kamuoyu nezdinde onu zayıflatmak temel bir görevdir. Bu görev de devam ediyor; bunun için de eylemler yapmak lazım. Diğer yandan sömürgeciliğe darbe vuracak eylemler de, yerinde ve zamanında olmak üzere, bu dönemin eylemleri içerisindedir. Fakat sadece düşmanı teşhir eden ve darbeleyen eylemlerle yetindik mi, bu eylemi negatif, tek yanlı ele almak oluyor.
Şimdi “demokratik çözüm sürecindeyiz,” diyoruz ve bu sürecin temel görevi Demokratik Ulus inşası, yani demokratik özgür yaşamı inşadır. O halde böyle bir dönemde pozitif eylemlilik, kuruculuk, inşa etmek esastır. Bu inşayı demokratik ulusun 8 boyutunda yapmak gerekiyor. İnşanın ekonomik, sosyal, kültürel, hukuki, diplomatik, askeri, siyasi, ekolojik boyutu var. Tüm bu boyutlarda demokratik ulus ya da demokratik toplum inşasını gerçekleştirmemiz gerekiyor. Dikkat edilirse pozitif eylemlilik alanı daha geniş, daha büyük bir eylem alanı oluyor. İşte böyle bir dönemde negatif eylemliliği pozitif eylemlilikle birleştirip kullanabildiğimiz oranda yeterli ve doğru bir eylem çizgisi tutturmuş oluruz. Ama hiç pozitif eylemliliğe adım atamaz, onu gerçekleştiremez, sadece negatif eylemlilik içinde kalırsak, sadece eylemlerimizin amacı sömürgeciliği teşhir etme ve darbeleme olursa, bu demektir ki, biz kuruluş ve direniş döneminde kaldık, Demokratik Çözüm Sürecine adım atamadık, onun amaçlarını gerçekleştirecek eylemler yapmıyoruz. Yapılan pratikte önemli ölçüde bu oluyor, alışkanlıklar bizi daha çok yönlendiriyoruz.
Geçmişte öğrendiklerimizde çakılıp kalıyoruz. Bu dönemin amaçlarını anlama, bu amaçları başaracak eylem biçimlerini ortaya çıkarma ve uygulamadan uzak kalıyoruz. Darlık, tutuculuk, dogmatizm burada ortaya çıkıyor. Değişimi yaşayamıyoruz, yeni dönemin eylem biçimlerine adım atamıyoruz. Geçen dönemde bildiklerimizde devam ediyoruz, bu da o dönemlerde kalmak anlamına geliyor. Sömürgeciliği teşhir eden, darbeleyen eylemler yapıyoruz. Eğer bunlar yerinde ve zamanında olursa anlamlı oluyor, mücadelemize katkı sunuyor. Yerinde ve zamanında olmazsa anlamlı olmuyor, katkı sunmuyor, tersine zarar veriyor. Hareketimizin teşhir olmasına ve toplum nezdinde zayıf düşmesine yol açıyor. Doğru bile olsa, yerinde ve zamanında bile olsa sadece sömürgeciliği teşhir eden, darbeleyen eylemlerle sınırlı kalmak Demokratik Ulus İnşasını gerçekleştirecek eylemsel adımlar atmamak çok yetersiz, sınırlı kalmayı ifade ediyor. Önder Apo “İmkanların ancak yüzde birini kullanabiliyorsunuz,” derken bunu kast ediyordu. Yani içinde bulunduğumuz dönemin eylem görevlerinin ancak çok sınırlı bir boyutunu hayata geçirebiliyoruz. Dahası aslında bu pozitif eylemlilik, inşa çalışmaları hafife alınıyor. Eylem olarak görülmüyor, önemsenmiyor. Böyle yanlış, yetersiz yaklaşımlar var.
İçinde bulunduğumuz dönemin temel özelliklerini, bu özelliklerin bize yüklediği görevleri doğru anlamalıyız. Dönemin karakteri Demokratik Çözüm Süreci olmasıdır. Burada inşa ve savunma birlikte, iç içedir. Önder Apo buna, “Demokratik Kurtuluş ve Özgür Yaşamı İnşa,” dedi. İnşa ile direniş birlikte var. Dolayısıyla eylem çizgimiz bunları içermek durumunda. Kürt sorununun çözümünü gerçekleştirmek olan da Demokratik Konfedaralizmi inşa ederek Demokratik Özerklik çözümünü gerçekleştirmektir. İnşa boyutu esastır, kalıcı olandır.
O halde eylem çizgimiz ne olmalı?
Demokratik Ulus inşası önündeki engelleri aşacak bir eylemlilik içinde olmak.
Demokratik Ulus inşasını 8 boyutta, hatta 15 boyutta gerçekleştirecek kapsamlı bir eylem planımız olmalı.
Her yerde örgütlediğimiz halk meclislerinin çalışmaları içerisinde bu pozitif eylemlilik görevlerini nasıl gerçekleştireceğimizin kararını alıp, projelerini ortaya çıkararak onları hayata geçirmeliyiz. Buna halk meclisleri karar vermeli. Genel olduğu kadar bölgesel düzeyde, kentlerde, kasabalarda, köylerde, mıntıkalarda ekonomik, sosyal, hukuki, kültürel ve siyasi olarak neler yapmak gerektiğini halkın özgür iradesini yansıtan örgütlenmiş halk meclisleri belirlemeli ve eylem olarak, icraat olarak onları hayata geçirmeliyiz. Bu bakımdan da en kapsamlı eylem planımız pozitif eylemlilik üzerinde olmalı, Demokratik Ulus inşası üzerinde olmalı.
Bir yerde Demokratik Ulus inşası yönünde adım attığımızda, eğer ona dönük bir saldırı gelişirse de savunmalıyız, orada öz savunma devreye girmeli. Yapacağımız her pozitif eylemliliğin mutlak güvenliğini düşünmeliyiz, hazırlanmalıyız, örgütlemeliyiz. Güvenlikli bir Demokratik Ulus inşası pratiği geliştirmeliyiz. Öz savunmasını örgütlemeyen, öz savunmaya dayanmayan herhangi bir pozitif eylemlilik, inşa eylemliliği kesinlikle geliştirmemeliyiz. Çünkü düşman saldırır ve onu yok eder. Savunması olmasa da tabi imha olur, yok olur. Böyle bir eylemliliğin yok olması çabalarımızın boşa gitmesini doğurduğu gibi, birde toplumda olumsuz etki yapar, kırılma ortaya çıkarır.
Öz savunma -silahlı ya da siyasi- iki yönde kullanılıyor;
Demokratik Ulus inşasın önündeki engelleri temizlemek.
İnşayı korumakta, savunmakta, onun güvenliğini sağlamak.
Negatif mücadeleyi bu biçimde inşa çalışmalarıyla, pozitif eylemlilikleriyle artık birleştirmemiz gerekiyor. Tek, kendi başına bir negatif eylemlilik olabileceği gibi, herhangi bir yerde düşman saldırısı, katliamı teşhir edilebileceği gibi, daha çok her iki eylemliliği de iç içe birlikte kullanabilmek önemlidir. Örneğin şimdi Türkçe eğitim boykot ediliyor, bununla yetinilmiyor ve alternatif olarak Kürtçe eğitim veren okullar açılıyor. Bu çok önemlidir. Sadece Türkçe eğitimi boykot etmek yarım bir eylemlilik olurdu, AKP iktidarının kültürel soykırımcı yüzünü teşhir etmeyi hedeflerdi. Bundan önceki dönemlerde de bu tür boykotlar yaptık. Şimdi Demokratik Çözüm Sürecinde buna eklenen alternatif Kürtçe anadilde eğitim yapan okullar açmaktır. Dikkat edilirse hiçbir yerde kolluk kuvvetleri, polis, asker boykota saldırmadı! Polis sadece Gever, Cizre ve Bağlar’da kurulan üç okula saldırdı; daha açıldıkları gün kapılarına mühür vurarak kapattı. Çünkü dönemin eylemliliği bu.
Türkçe eğitimi boykot yapmak bir durumu ortaya çıkarıyor. Kürtçe eğitim okulu açmak çözümü üretiyor. Çözümün üretilmesi AKP’nin kültürel soykırımcı yüzünü çok daha fazla açığa çıkarıyor. Bir de karşıt alternatif üretiyor. Dolayısıyla hem Kürt toplumunu daha fazla kendine güvenen hale getiriyor, hem de kamuoyunun Kürt çocuklarının, gençlerinin anadilleriyle eğitim yapamadıklarını, ama kendi güçleriyle bunu yapacak konumda olduklarını gösteriyor.
Buradan ele aldığımızda, eylem çizgimiz ne olmalı? Türkçe eğimi boykot Kürtçe eğitim üzerindeki engelleri kaldırmayı ifade ediyor. Esas eylemlilik Kürtçe anadilde eğitim yapabilecek okulları açabilmek; bunları her yerde açabilmeliyiz. İşte bu okullara karşı saldırı oldu mu, direniş orada olmalı, savunma orada olmalı. Bağlar’daki, Gever’deki, Cizre’deki okulları sonuna kadar savunmalı ve mutlaka Kürtçe eğitimi gerçekleştirmeliyi hedeflemeliyiz. Ondan asla geri adım atmamalıyız. Dönemin eylem çizgisi budur. Aynı şeyi ekonomik inşada yapabiliriz. Birçok yerde demokratik komünal ekonomi inşasına girişebiliriz, kooperatife dayalı ekonomik girişimler geliştirebiliriz. Hayvancılık da, tarımda, ziraatta toplumun ekonomik ihtiyaçlarını karşılayacak kolektif çalışmaya dayalı ekonomik üretim alanları geliştirebiliriz. Bunun için ortam açıktır. Köyler boşaltılmış, geri dönüşler olabilir ya da var olan köylerde bunu yapabiliriz, mahallelerde yapabiliriz. Bunlara dönük saldırı olduğunda da, tıpkı Kürtçe eğitim veren okulları sonuna kadar savunmak ne kadar gerekli ise onları da savunmalıyız. İşte savunma, direniş, öz savunmanın rolü burada ortaya çıkar. Direniş ile inşa böyle iç içe geçiyor.
Aynı durumu toplumun sağlık ihtiyaçlarını karşılanmasında da yapabiliriz. Her yere sağlık okulları açabilir, sağlıkçılar eğitebilir, sağlık ocakları kurabilir ve halkın sağlık sorunlarını çözmeye çalışabiliriz. En temel devrimci eylemlerden bir tanesi bu. Bizim bu tür halkın ihtiyaçlarını karşılayan çalışmalara dönük saldırılar olduğunda da onları savuna biliriz. Örneğin hukuk inşası; ¬toplum içindeki sorunları demokratik hukuk ve ahlak ilkelerimize göre çözmek üzere adalet komisyonları oluşturuluyor. Bu çok önemli. Devletin hukuk sistemi artık Kürdistan’da hiç işlememeli. Her köyde, her mahallede kendi adil yargı sistemimizi geliştirmeliyiz ve uygulamalıyız. Bunlara dönük saldırılar oldu mu, savunmalıyız. Bunu öz savunmayla yapmalıyız, güvenliklerini sağlayarak yapmalıyız. Mahallede, kasabada çok zorlanırsak kırsal alana dayanmalıyız, kırdan yararlanmalıyız. Çünkü kırsal alan koruyucudur ve kıra dayanarak insan kendini koruyabilir. Yine demokratik siyaseti örgütleyebiliriz, özellikle de demokratik öz yönetimleri. Her yerde meclisler kurabiliriz, meclislere dayalı yürütmeler ortaya çıkarabiliriz. Bunlar çalışır ve orda demokratik toplum yönetimini, halkın kendi kendini yönetmesini ortaya çıkarabilir. Devletten bunlara dönük saldırı gelişirse öz savunmayı o zaman harekete geçirebiliriz ve savunabiliriz. Dönemin eylem çizgisi bundan oluşuyor. Dikkat edelim, burada yapıcılık var, inşa var.
Mevcut birikimle Demokratik Ulus inşasını gerçekleştirmek üzere adım atmak, ona dönük gelişebilecek olası sömürgeci saldırılar karşısında da öz savunmayla korumak, güvenliğini sağlamak. Yani mutlaka güvenlikli, öz savunmalı bir eylem çizgisini esas almak, eylemi yani işi, çalışmayı güvenlikli yapmak. “Güvenlik kuvvetidir,” diye devlet güçlerine bırakmamak. Çoğu demokratik siyaset gücü devletin saldırı gücüne “güvenlik kuvveti” diyor. Onlar güvenlik kuvveti değil saldırı kuvveti, sömürgeci kuvvet, faşist kuvvet! Güvenlik kuvveti Demokratik Ulus inşasını koruyan öz savunma güçlerine denir. Her yerde böyle güvenlik kuvvetlerini de Demokratik Ulus inşasının çok önemli bir boyutu olarak örgütlemeli ve hayata geçirmeliyiz.
Böyle bir eylem çizgisi hayata geçirilebilir mi? Evet geçirilebilir. Fakat bunun için zihniyet değişimine ihtiyaç var. Her şeyden önce dönemi anlamalıyız, inşa, yani pozitif çalışmayı da bir eylem olarak kabul etmeli, görmeliyiz. İkincisi, nerede hangi görevleri yerine getireceğimizi, Demokratik Ulus inşasını yerelde, her yerde hangi boyutlarda ve nasıl gerçekleştireceğimizi kararlaştıran organlar ortaya çıkarmalıyız. Meclis sistemini geliştirmeliyiz, demokratik öz yönetim örgütlenmesini öncelikli olarak her yerde ortaya çıkarmalıyız. Ardından da belirlenen görevleri hayata geçirmek için örgütlenmeli, seferber olmalıyız. Gençlik hareketi tüm çalışmalarını bu eksende yürütmeli. Eskinin sadece protesto eylemleriyle kendini sınırlandırmamalı. O çok yetersiz ve dar oluyor. Eskinin o protesto eylemlerini aşan yeni dönemin Demokratik Ulus inşasını gerçekleştiren ve savunan eylem çizgisine ulaşmalı. Kadın hareketi eylemini bunun üzerine kurmalı, tüm halk hareketimiz, bütün kurum ve kuruluşlarımız kendilerine böyle bir eylem çizgisini esas almalılar. Dikkat edilirse bu yapılabilir bir şeydir, ama bunu yapabilmek için dönemi anlamak, dönemin görevlerini bilince çıkarmak, o görevleri başarmayı kendi görevin bilmek, kendini ona göre örgütleyip doğru bir eylem çizgisiyle yeniden inşa etmek gerekiyor.
İşte burada sorun çıkıyor; darlık var, tutuculuk var, alışkanlıklarla hareket edip yeniye adım atamama var, söz konusu görevleri üstlenememe-sahiplenememe var. Protesto eylemleri, yani kuruluş ve direniş döneminin eylemleri içinde bulunduğumuz dönemde çok fazla saldırıya uğramıyor. Ama inşa görevleri kapsamlı, büyük görevleridir. Bir köyde bile Demokratik Ulus inşasını gerçekleştirmek demek, o köyün kendi kendini yönetmesi demektir ki, o yönetimin sömürgeci baskıdan kurtularak özgür hale gelmesini ifade eder. Bu da alternatif bir yönetim olmak, yeni bir demokratik öz yönetim olarak örgütlenmek, ikili bir yönetim haline gelmeyi ifade ediyor, Demokratik Konfedaralizmin inşasını içeriyor. Dolayısıyla çatışma, mücadele olacaksa da iki sistem arasında çatışma ve mücadele olacak. Bu kapsamlı bir duruştur. İşte bu göğüslenemiyor. Yani alternatif yöntem olmak, alternatif sistem olmak daha fazla sömürgeci soykırım rejimin saldırısına uğruyor. O saldırı altında kalıyor ve onu kırması gerekiyor, bu daha zor geliyor, kapsamlılık içeriyor. Aslında buradan kaçış da var. Böyle kapsamlı görevler, sorumluluklar altına girmeme var. Bunun yerine eskinin dar protestoculuğunu sürdürme kolay geliyor ve orada çakılıp kalınıyor. Bu durum kesinlikle aşılmalı. Aşılmazsa saldırılardan dolayı değil kendi yetersizliklerimiz, zayıflıklarımız nedeniyle biz bu dönemi yürütemeyen bir konuma düşeriz. Eğer başarısız olursak bu düşmanın gücünden kaynaklanmaz, kendimizin dönemin gerektirdiği doğru eylem çizgisini esas alıp uygulayamamış olmaktan kaynaklanır ki sorumlusu ve suçlusu biz oluruz.
PROVOKASYONLARA KARŞI DUYARLILIK VE TEDBİR GEREKLİ
Dönemin doğru eylem çizgisini ortaya çıkarır hayata geçirirken, buna karşı saldırılar, provokasyonlar da sürekli gelişir, gelişecektir. Çünkü sömürgeci soykırım rejimi bizim doğru bir eylem çizgisine yönelmemizi istemiyor, engelleme çalışıyor, bundan korkuyor. Eğer dönemin doğru bir eylem çizgisine ulaşır, onu başarıyla hayata geçirirsek bu sömürgeciliğin ölümü olacak, soykırım rejiminin ölümü olacak, Kürt sorunun Demokratik Özerklik çözümünün gerçekleşmesini sağlayacak. İşte bunu engellemek için sömürgeci soykırım rejimi her türlü provokasyonu, saldırıyı ortaya çıkartıyor, çıkaracaktır.
Bizim hareket olarak doğru eylem çizgisine yönelmemizi, onları başarıyla uygulamamızı sabote etmek isteyecektir. Öyle yaparak, bizim başarımızın önünü keserek kendisinin başarısını garantilemiş olacaktır. Bizimle mücadele edip karşıt sistemler geliştirerek bizi başarısız kılmak yerine, doğru eylem çizgisine girmemizi engelleyerek, sabote ederek, bizim başarımızı ortadan kaldırarak bizim başarısızlığımız üzerinden kendi başarısını sağlamak isteyecektir. Sömürgeci rejim bu konuda çok bilinçli, örgütlü ve kapsamlı bir özel savaş sistemi var. Her alanda doğru bir demokratik eylemliliğin gelişmesini engellemek için bin bir türlü provokasyon grupları, örgütleri oluşturulmuş durumda. Bunlar harekete geçirilir mi? Evet geçirilir. Ordu içinde böyle güçler var, polis içinde var, devletin bu tür provokasyonları geliştirmek için özel gizli örgütleri var. Bunlarla birlikte solculuk adına, Kürtçülük adına kendini örgütlüyor görünen çeşitler de var. Onları kullanıyor. 90’larda da kullandı, Hizbulkontrayı kullandı. Şimdi de benzer bazı grupları içinde bulunduğumuz dönemin doğru eylem çizgisini geliştirmemizi engellemek için provokasyon grupları olarak kullanmak ister, istiyor.
birçok yerde polis ve asker terörü var. Bu, özellikle Lice ve Amed alanlarında çok fazla yaşanıyor. Colemerg ve benzeri alanlarda da bu tür durumlar gözleniyor. Yine Hüdapar adıyla çeşitli dönemlerde saldırılar oluyor. Gerçekten o parti mi saldırıyor, yoksa o parti adıyla gizli provokasyon grupları, kontrgerilla mı eylem yapıyor, bilemiyoruz. İstanbul’da da bazı sol gruplar var, Dev Sol adına bazı gruplar var; bunları görüyoruz. Aslında bunların bir bölümü kesinlikle provokasyon gruplarıdır. Bir bölümü de devrimci-yurtsever gelişme karşısında sıkışan küçük burjuvazinin ihtiraslı tutumları olarak ortaya çıkıyor. Şimdi bu tür durumlara karşı duyarlılık ve tedbirli olmak çok önemli. Duyarlı olmalıyız; kim nedir, ne yapar bilmeliyiz. Biz böyle bir doğru eylem çizgisiyle Demokratik Ulus inşasına yönelir, bu temelde Kürt sorunun Demokratik Özerklik çözümü gerçekleştiremeye çalışırken elbette bunu sabote etmek isteyen, bundan zarar gördüğü için engellemek isteyen birçok güç olur. O halde bunu bileceğiz; bunu kim engellemek ister, kimin zararına oluyor, kimin arı kovanına çomak sokuyoruz? Bunları bilmemiz lazım. Bu konuda bir duyarlılık olmalı, bilinç olmalı; incelemeliyiz. Öyle düşünce yoğunluğundan, olup bitenleri incelemeden uzak durmamalıyız. Diğer yandan sadece bilmek yetmez. Bu tür olası provokatif gelişmelere karşı duyarlı, tedbirli olmak lazım. Fırsat vermemeliyiz.
En önemli şey provokasyonları önceden bilmek ve fırsat vermemektir. Onların tuzağına düşmemeliyiz, enerjimizi oralarda tüketmemeliyiz. Dahası bu tür provokasyon güçlerini, gruplarını iyi tanımalı, açığa çıkarmalı ve eğer çok engel oluşturuyorsa doğru mücadele yöntemleriyle etkisiz kılmalıyız. Her zaman kaçınmak olmaz, ama duyarlılık ve tedbir başta gelendir. Onların oyununa düşmemeliyiz. Bazı güçler kendileriyle uğraştırmak isteyebilir, potansiyelimizi bu tür provokatif olaylarda harcatmak isterler, enerjimizi orada tüketmek isterler. Özellikle psikolojik karargahı bunu yapabilmek için elinden geleni yapar. O halde bu tür durumlara düşmemek, fırsat vermemek için de biz elimizden gelen çabayı kesinlikle göstermeliyiz. Gerekli duyarlılığı, tedbiri önceden öngörerek gerçekleştirmeliyiz.
Eylem alanının daha başka üzerinde durulması gereken yanları da vardır. Biz de baştan beri belli bir pratik gelişme yaşandığı için kendimizi hep pratikçi görüyoruz. Duruşumuzu pratikçilik olarak değerlendiriyoruz. Bu konuda fazlasıyla kendine güven var, ama gelişen ve değişen dönemlere göre pratik değişiyor. Bu noktada dar, tutucu alışkanlıkları aşamayan bir zihniyetimiz, pratik duruşumuz var ve buna rağmen iyi olduğumuzu sanıyoruz. Bu büyük bir yanılgı. Bu yanılgılı durumu geçen dönemin derslerini çıkararak aşmasını bilmeliyiz. Bu kadar süreç geçti, ama Demokratik Konfedaralizmin inşasında, dolayısıyla ikili yönetimi Kuzey Kürdistan’da, halktan yana, Demokratik Konfedaralizmden yana büyütemedik, geliştiremedik. Aynı durum sürüp gitti. Bu yetersiz bir durum ve kesinlikle bizden kaynaklanan bir durum. Bu durumun açığa çıkmasına ne devletin gücü yol açıyor, ne imkansızlıklar, fırsat olmaması buna yol açıyor; tersine düşman, devlet çok zayıf durumda. AKP hükümeti en zayıf dönemini yaşıyor. Bazı değişikler yaptı ama bu değişikliklerin oturup oturmayacağı belli değil. Kürt sorununun Demokratik Konfedaralizm temelinde çözümünü sağlamak için imkan ve fırsatlarımız ise her zamanınkinden çok.
Halk demokratik çözüm istiyor, özgürlük istiyor. Bunu seçimlerde ortaya koydu, bunu Türkçe eğitimi boykota ortaya koyuyor, bunu Kürtçe eğitimin gelişmesini coşkuyla karşılayarak ortaya koyuyor. O halde halk yüzde yüz çözüm istiyor ve imkanlarını buraya seferber ediyor. Geriye kalan ise öncünün halkın gücünü içinde bulunduğumuz koşulların imkan ve fırsatları doğru değerlendirerek Demokratik Konfedaralizm inşasını geliştirme ve Kürt sorununun Demokratik Özerklik çözümünün gerçekleştirmesidir. Görev ve sorumluluk bize, yani öncüye düşüyor. Öncü de dönemin doğru eylem çizgisiyle ve başarılı bir biçimde yürütürse işte o zaman esas büyük devrim Kuzey Kürdistan’da yaşanacaktır. Demokratik Özerklik Devrimi Kuzey Kürdistan’ın her tarafında; köylerinde, kasabalarında, mahallelerinde büyük hamlelerle zafer kazanacaktır. Kuzey Kürdistan’da gelişecek, kazanacak Demokratik Özerklik hamlesi Güney ve Batı Kürdistan’daki direnişe en büyük gücü katacak, ona dayanak oluşturacak. İşte o zaman Kürdistan parçalarındaki özgürlük ve demokrasi mücadelesi birleşerek bütünlüklü bir özgürlük devrimini başarıya ulaşmasını sağlatacak. Bu başarı da Demokratik Ortadoğu Devrimini adım adım ilerletip zafere taşıyacaktır.
Doğru eylem çizgimiz kesinlikle içinde bulunduğumuz dönemde bizi Kürdistan Özgürlük Devriminin ve Demokratik Ortadoğu Devriminin başarısına götürecektir. Dönemin koşulları, imkanları buna el veriyor. Bunu başarmak öncünün elinde, özgürlük kuvvetlerinin elinde, parti öncülüğünün, gerillanın, gençlik ve kadın hareketinin elindedir. O halde bu örgütler ellerindeki büyük devrimci imkanı görerek, dönemin görevlerini doğru anlayıp doğru bir eylem çizgisiyle hayata geçirmeyi bilmeli ve içinde bulunduğumuz dönemi Kürdistan Özgürlük Devriminin zafere koştuğu bir dönem haline mutlaka getirmelidir.
Duran Kalkan
Kürdistan Stratejik Araştırmalar Merkezi
www.navendalekolin.com - www.lekolin.org - www.lekolin.net – www.lekolin.info
No comments