Breaking News

Sabri Ok: Türk devletine karşı sabrımız kalmadı

KCK Yürütme Konseyi üyesi Sabri Ok, Türk devletinin DAİŞ çetelerinin eli ile Kürtleri ezmek istediğini belirterek bunun ardından tampon bölge oluşturulmasının hedeflendiğini söyledi

Sabri Ok ANF’ye verdiği röportajda Türkiye’nin çözüm süreci konusundaki oyalama ve zaman kazanmaya yönelik siyaseti ve DAİŞ’e verdiği desteğin süreci direkt olarak etkileyeceğini söyledi. AKP’nin sürecin ruhuna uygun hareket etmediğini ve adım atmadığını belirten Ok, bu nedenle çatışmasızlığın bittiğinin açıklandığını ifade etti.
Ok ile çözüm sürecinin geleceği, Güney Kürdistan ile DAİŞ’e verilen mücadele konusunda yaptığımız röportajı yayınlıyoruz.
YÜZ YILLIK SINIRLAR ORTADAN KALKTI
Türk devleti şimdi de tampon bölge oluşturmak için harekete geçmek istiyor. Ancak uluslararası kamuoyu tampon bölgeye karşı olduğunu dile getirdi. Türkiye tampon bölge oluşturarak neyi hedefliyor?
Türk devleti kirli ve sinsi bir politika izleyerek, bir yandan DAİŞ çetelerinin eli ile Kürtleri ezmek istiyor, diğer yandan da çaresiz kalan halkın Kuzey Kürdistan’a geçiş yapmak zorunda kalacağını düşünerek kapıları açtı. Önceden planlanmış bir şekilde önce Kobanê’yi boşaltmak, sonra da insani tutum adı altında bir tampon bölge oluşturmayı hedefliyorlar.
Kobanê halkı DAİŞ çetelerinin saldırılarını durdurup direniş geliştirince Türk devleti hesaplarının tutmadığını görüp bu defa da sınırları kapatarak saldırılara başladı. Kobanê’ye geri dönenleri engellemeye çalıştı. Başta kapıları açarak sözüm ona insanı bir yaklaşım algısı yaratmak istese de amacının ne olduğu zaman içinde herkes tarafından görüldü. Aslında DAİŞ’e güç verip saldırtarak Kobanê’nin boşaltılmasını sağlayacak, ondan sonra da tampon bölge oluşturacaktı. Böylece kendi elini güçlendirecek, DAİŞ güçlenecek, bunun üzerinden de Suriye politikası yürütecekti. Suriye politikasında Rojava Devriminin etkisini kırıp kendisi inisiyatif alacaktı. Dünya bunu gördüğü için kabul etmedi. Kobanê Direnişi de bu hesapların tutmasını engelledi.
Halkımızın Kuzey Kürdistan’da göstermiş olduğu destek ve direniş çok anlamlıdır. Bir anlamda Kobanê ile Suruç, Rojava ile Kuzey acıları, sevinçleri, umutları ve direnişleri ile birleşti. Zaten yüz yıl önce Kürt halkının iradesine rağmen Rojava ve Kuzey halkının arasına bir tren hattı olarak sınırlar çizilmişti. Bu sınırlar Kürtlerin kalbinde bir hançer gibi saplanmıştı. Böyle tarihi bir süreçte halkın çoluk, çocuk, yaşlı, kadın, erkek bütün halk sınırları tanımadan duyarlık göstermesi ve sınırları yok sayması, ölümü göze alarak Rojava’yı sahiplenmesi doğal olandır. Hem Kürdistan ve Kürt halkı olması açısından, hem de birçoklarının ailesi, akrabası, aşiretleri iki yakada bulunduğundan birbirlerine güçlü biçimde sahiplendiler. Rojava Devrimi ile Kuzey Kürdistan halkı birleşti. Bunu iki devrimin birleşmesi olarak da, yüz yıl önce çizilen sınırların ortadan kaldırılması olarak da görmek gerekiyor.
PKK SÖYLEDİKLERİNİ GERÇEKLEŞTİREN BİR HAREKETTİR
Türk devletinin sınırdaki yaklaşımı hem Rojava Devrimine hem de Bakurê Kurdistan’daki Kürtlere yaklaşımını ortaya koyuyor. Davutoğlu çıkıp insanları kucaklıyoruz diyor. Ama her gün neredeyse sınırların üzerinde ya bir kadın, ya çocuk ya da bir kaç tane insan Rojava’dan Kuzeye geçerken ya mayınlarla yaşamını yitirmekte ya da Türk askerlerinin kurşunları ile öldürülmekte, katledilmektedir. Türk askerinin sınırda katlettiği ve yaraladığı Rojavalıların sayısı onlarca kiyişe ulaştı. Dün bile Türk askeri Kobanê tarafına ateş açmış, bir kişi yaşamını yitirirken, birkaç kişi de yaralanmıştır.
DAİŞ çetelerinin Suruç köylerine yaptığı top atışına hiçbir ses çıkarmayan Türk devleti, YPG savaşçılarına hiçbir neden yokken sürekli taciz atışı yapıyor. Öyle ki, YPG savaşçılarının araçlarının hareketi engellenmek istenmektedir. Türk devleti böyle olumsuz saldırgan ve düşmanca bir politika içerisinde ve bunu da ısrarla sürdürmektedir. Zaten Tayyip Erdoğan, Amerika’da DAİŞ ile YPG’yi aynı kefeye koymuştur. En son konuşmasında da koalisyon güçleri neden PKK'ye saldırmıyor demiştir. Bir taraftan lafta çözüm sürecinden söz ediliyor, ondan sonra da koalisyon güçlerine PKK'yi bitirme saldırısını niye yapmıyorsunuz diyor.
Türkiye’nin DAİŞ’e verdiği destek çözüm sürecini nasıl etkileyecek?
Hiç kimse Türk devletinin oyalama ve zaman kazanmaya dönük politikaları ve Kobanê’de DAİŞ’e verdiği desteğin çatışmasızlığı etkilemeyeceği söylenemez. Türkiye ve Kürdistan’daki gündemi izleyen ve aklı başında olan hiç kimse Rojava ve Bakur’un birbirinden ayrı ve soyut olduğunu söyleyemez. Ne hareketimiz, ne Kürt halkı, ne de sadece insani anlamda soruna duyarlı insanların devletin bir taraftan süreç var demesine, diğer taraftan faşist çeteleri Rojava halkına saldırtmasına inanır. Bir taraftan lafla süreçten söz edilecek, diğer taraftan ne çözüm için bir adım atılmayacak! Bunlar yetmezmiş gibi DAİŞ’in Rojava halkına saldırtılması sağlanacak, Rojava Devrimi’nin yenilmesi için her türlü çaba gösterilecek. Bu tür yaklaşımları ne hareketimiz, ne Kürt halkı, ne de demokratik kamuoyu kabul eder. Eğer hükümet bu politikalarının kabul göreceğini sanıyorsa en başta da kendini kandırmış olur. Ya da herkesi aptal ve bir şey bilmez sanan bir densizlik içindedir.
SÜREÇ SABIR VE TEK AYAK ÜZERİNDEN BU GÜNE GETİRİLDİ
Türk devletinin oyalama ve düşmanca politikaları zorlayıcı. Rojava ve Kobanê politikası Kuzey halkımızı, çatışmasızlığı ve tek taraflı yürüttüğümüz süreci çok yakından etkiliyor ve etkileyecek. Biz bu politikaları çok yakından izliyoruz. AKP Önder Apo'nun başlattığı sürecin ne ruhuna uygun hareket etti, ne de bu yönde adım attı. Bu nedenle hareketimiz çatışmasızlığın bittiğine dair açıklama yaptı. İki yıllık büyük sabrımıza rağmen Kürt halkını ve demokrasi güçlerini tatmin edecek ve sürecin ruhuna denk düşecek ne anayasal ne de yasal boyutta bir adım attı. Ne Önderliğimizle müzakere anlamında bir gündem oluşturup bir yaklaşım gösterdi, ne de çatışmasızlığın gereklerini yerine getirdi. Aksine karakollar, kalekollar, barajlar ve askeri amaçlı yolları yaptı. Kuzeydeki çatışmasızlık ortamını bir fırsat olarak görüp bir savaş hazırlığı içerisinde oldu. Kültürel soykırım amaçlı özel savaşı ve psikolojik savaş yöntemlerini hızlandırdı.
ÇÖZÜM SÜRECİ, KARAKOL, KALEKOLLAR ARTTIRILSIN DİYE BAŞLAMADI
Yeni başbakan yardımcısı Yalçın Akdoğan, içinde olmadığı ve gereğini yaptığı bir süreç yokken, ‘biz süreci birileri halk üzerinde tasallut kursun diye yürütmedik’ diyor. O kadar kurnaz ve psikolojik harp kafalı ki, bizim söylediğimizi dönüp bizi suçlamak için söylüyor. Önder Apo çatışmasızlık sürecini savaş döneminde yapılamayan karakollar, kalekollar, kültürel soykırım ve askeri amaçlı barajlar, askeri amaçlı yollar yapılsın, özel savaş ve psikolojik savaş tırmandırılarak kültürel soykırım, toplum kırım ve ekonomik kırım yapılsın diye sağlamamıştır. Yine halkı mücadelesiz bırakılıp çözümsüzlükte rahatlıkla ısrar edilsin diye çatışmasızlık sağlanmamıştır. Bunu AKP hükümeti iyi bilmelidir. Bırakalım samimiyeti, her şeyden önce ciddi olmalıdır.
DAİŞ saldırılarının artması ile birlikte AKP’nin yaptıklarını oyalama politikası olarak yorumlayabilir miyiz?
Evet, Önderlikle yapılan görüşmeler diyalog sürecini aşıp bir müzakereye dönüşmedi. Bütün bunlar bir oyalama, bir taktik ve sorunun ciddiyetinden uzak bir yaklaşım olduğunu gösteriyor. Önderlik üzerinde de baskılar devam ediyor. Diyalog adına Önderliğe dayatmalarda bulunuluyor. Önderlik üzerinde de bir psikolojik savaş yürütülmeye çalışılıyor. Türk devleti tek yanlı var olan süreci bile istismar edip kötüye kullanırken, şimdi de PKK güçlerini geri çeksin dayatmasını yapıyor. Bunun kabul edilmeyeceğini bile bile bu tür dayatmalar yapmak da bir psikolojik savaş biçimi oluyor. PKK niçin güçlerini çeksin? Gerillanın geri çekildiği yerde sen hala halk üzerinde baskı kuran askerini, polisini ve korucu güçlerini yerleştiriyorsun. Kürt sorununu çözmemişsin ki demokratik bir ortam yaratmamışsın ki silahlı güçlerin geri çekilme zemini olsun. Sen karakol ve kalekolleri niye inşa ediyorsun? Ben devletim, inşa ederim deniliyor. Bunun bile inandırıcılığı yoktur. Türkiye'nin başka yerlerinde ne bu tür karakollar, ne de kültürel soykırım ve askeri amaçlı barajlar yapılmaktadır. Türk devleti böyle gayri samimi, gayri ciddi bir yaklaşım sergiliyor. Hareket olarak çatışmasızlığı büyük bir sabırla bugünlere kadar getirdik. Türk devletinin politikası karşısında daha 2013’ün Haziran’ında bizlerin çatışmasızlığı bitirmesi gerekirdi. Yapılması gereken buydu. Ama sorumlu davranarak çatışmasızlığı bugüne kadar sürdürdük. Ancak şimdiye kadarki durum tutumumuzun ne kadar istismar edildiğini ve kötüye kullanıldığını gösteriyor.
UYARILARIMIZ DİKKATE ALINMADI
Çözüm ve sürece dair hareketimizin yönetimi defalarca uyarılarda bulundu ve deklarasyonlar yayınladı.
Türk devleti birçok kere açıklama yaptı, ama AKP sanki tüm bunlar yayınlanmamış, söylenmemiş, yokmuş gibi yaklaştı. Türk devleti çözümsüzlükte ısrar ediyor. Hareketimiz Kürt sorununun bir tarafıyken, uyarılarımızın hiç dikkate alınmaması zaten AKP hükümetinin başlattığımız sürece nasıl sorumsuz yaklaştığını ve ciddiyetsizliğini ortaya koymaktadır. Biz hep samimi davrandık, ama bu samimiyetimiz kötüye kullanıldı. Buna rağmen Beşir Atalay kalkmış pişkince ‘biz samimiyiz, karşı taraf da samimi olmalı’ diyor. Bizim bu tür söylemlere ve tutumlara artık sabrımız ve tahammülümüz kalmamıştır. İki yıllık bir çatışmasızlık süreci yürüttük AKP hükümetinin sürecinde ruhuna tamamen ters düşen bu yaklaşımlarına ve pratiğine karşı bir tutum geliştirmek zorunda kaldık.
Tespitimiz, gerçekten de sürecin bittiği yönündedir. Tutumumuz da bu yönde olacaktır. Başbakan yardımcısının dediği gibi ne blöf yapıyoruz ne de tehdit ediyoruz. Halkımızın özgürlük ve demokrasi mücadelesini veriyoruz ve bunun gereklerini yerine getiriyoruz. Halkımızın özgürlük ve demokrasi mücadelesini tehdit yapma olarak görüyorlarsa görmeye devam edebilirler. Bizim açımızdan çatışmasızlığı sürdürmenin anlamı kalmamıştır. Artık taraflar kendi uygun gördükleri yollarında ilerlerler. Şimdiye kadar çatışmasızlık ve tek başına yürüttüğümüz süreç adına bazı konularda duyarlılıklarımız vardı. AKP hükümetinin her saldırısına, olumsuzluğuna bir tepki göstermiyorduk. Ancak artık polisin ya da askerin her gün Kürtlere saldırması, tutuklaması, sınır boylarında insanlara kurşun sıkması, saldırarak yakması, yıkması, insanları yerde sürüklemesi artık kabul edilmeyecek ve karşılıksız kalmayacaktır.
AKP’nin kimi yöneticileri hareketimizin uyarılarını ‘blöf yapıyorlar’ dedi. PKK ciddi bir harekettir. Söylediği her şeyi gerçekleştirir. Bu uyarıları yeni yapmıyoruz ki basitçe blöf olarak değerlendirilsin. Çünkü AKP hükümetini mevcut tutumunu bırakması için defalarca uyardık. Buna rağmen blöf olarak değerlendiriliyorsa biz buna aymazlık deriz. Yanlış bir değerlendirme yapılıyor deriz. Zaten herkes yaşayarak gelişmelerin nasıl olduğunu görecektir. Bu nedenle şimdiden şunu bunu yapacağız demenin bir anlamı yoktur.
ULUSLARARASI GÜÇLERİN AKP ÜZERİNE BİR BASKISININ OLDUĞU AÇIKTIR
-Türk devletinin tampon bölge oluşturma girişimleri uluslararası hukukla bağdaşıyor mu?
Türk ordusunun Rojava’ya girmesi, burayı tampon bölge veya herhangi bir gerekçe ile işgal etmesi uluslararası hukuka da aykırıdır. Onun da ötesinde hiçbir halk, hiçbir topluluk yabancı bir gücün kendi topraklarında konumlanmasını istemez. Bunun için de meşru değildir. Zaten PYD Eşbaşkanı Salih Müslim ‘eğer böyle bir şey olursa biz bunu bir işgal ve saldırı olarak değerlendiririz’ dedi. Ve haklıdır da. Buna rağmen Rojava’da bir işgal ve tampon Rojava Devrimine karşı ve tabii ki tüm Kürtlere karşı bir savaş ilanı anlamına gelir.
ABD VE TÜRK DEVLETİNİN DAİŞ POLİTİKASI UYUŞMUYOR
Türk devletinin NATO, Avrupa ve Amerikan güçleri tarafından bir baskı altına alındığı açıktır. Amerika ve Avrupa ülkeleri Türk devletinin DAİŞ ile günlük petrol anlaşmasını yaptığını gizli ekonomik ticari ilişkiler içerisinde olduğunu, yüzlerce, binlerce insanı Rojava ve Suriye’ye çatışma alanlarına taşıdığı biliyor. Hatta İstanbul gibi yerlerde eğitildiğini, dernek ve yerlerinin olduğunu Amerika da biliyor. Bu konuda Amerika ve Türk devletinin politikası uyuşmuyor. AKP üzerine bir baskının olduğu açıktır. AKP Avrupa ve Amerika’nın bu baskılarına çok fazla direnemezdi. Her şeyden önce uluslararası güçlerin YPG’ye olumlu yaklaşımından ve DAİŞ’e karşı gösterdiği direnişten ürktü. Koalisyon dışında kalmasının kendisi için tehlikeli olacağını gördü. Eski politikalarını rahatlıkla sürdüremeyeceğini anladı. Onun için üzerlerindeki baskıdan dolayı Erdoğan DAİŞ’in terör örgütü olduğu yönünde açıklama yapma ihtiyacını duydu. Bir şekilde Amerika’nın öncülük yaptığı uluslararası koalisyona katılacağını söylemek zorunda kaldı. Koalisyonda hangi düzeyde yer alır bilemiyoruz. Türkiye daha çok tampon bölge ve uçuşa yasak bölge ilan edilmesini istiyor. Bu yetmezmiş gibi Suriye’nin kendi arzusuna göre dizayn edilmesini istiyor. Basına yansıdığı kadar ile ABD buna taraftar değildir.
Türkiye Rojava ve Suriye’de kendi askeri ile üslenmek istiyor. Bu konuda da henüz bir anlaşma sağlanmış değildir. Yani politikaları çakışmıyor. Fakat eskisi gibi Türkiye'nin açık bir şekilde DAİŞ ile ilişkilerini sürdüremeyeceğini de ortaya çıkmıştır. Baskı altında kalarak bazı yeni politikalara gidebilir. Rojava Devriminin bastırılması karşılığında DAİŞ’e tutum alma gibi bir pazarlık içinde olabilir. Zaten Türk devletinin işi gücü tüm politikalarını Kürtlerin her parçada hak kazanmasını engelleme üzerine kurma yönündedir.
GÜNEY KÜRDİSTAN’A SALDIRMADAN DAİŞ’E TERÖRİST DEMEDİLER
Kobanê halkı ve YPG sadece son on beş gün değil, iki senedir DAİŞ ile savaş içinde. DAİŞ çeteleri Musul ve Güney Kürdistan’da girmeyinceye kadar ne Mesut Barzani ne de uluslararası güçler DAİŞ teröristtir demedi. Kürt düşmanıdır vb. şeyler söylemediler. Hatta yapılan katliamları bile görmezden geldiler. Öyle ki DAİŞ’le YPG’nin Rojava’da yürüttüğü savaşta KDP'ye bağlı yayın organları DAİŞ yanlısı bir psikolojik savaş yürüttüler. İşin tuhaf ve tutarsız yönü ise ne zaman DAİŞ Musul’a ve Güney Kürdistan’a girdi o zaman KDP ve diğer güçler yeni yeni DAİŞ’ın terörist ve Kürt düşmanı olduğunu söylemeye başladı. Bu yaklaşım çok tutarsız bir yaklaşımdır. Halbuki iki yıldır Rojava’da direnenler de, katledilenler de Kürtlerdi. Biliniyor, birçok sivil kaçırılıp ya katlediliyor ya da rehin tutuluyordu. Bugün de katledilmek istenen toplumsal bir soykırım ile varlığı ve özgürlüğü elinden alınmak istenen yine Rojava’daki halkımızdır.
DAİŞ çeteleri Güney Kürdistan’a saldırdıktan sonra bazı tepkiler gelişti. Bir yandan Rojava’da halk ölüm kalım savaşımını verirken, diğer yandan da Güney Kürdistan’ın birçok yerinde DAİŞ güçleri ile peşmergelerin mevzileri arasında 30-40 metre mesafe vardır. Birbirilerini çok rahat görüp duyup belki de konuşuyorlardır. Ama bir çatışma olmuyor. Ulusal seferberlik çağrılarına karşısında peşmerge Kobanê’ye gidemiyorsa hemen yanı başında bulunan DAİŞ faşistlerini darbeleyebilir. Ulusal tutumu böyle gösterilmiş olur.
-Güney Kürdistan hükümetinin tutumu nasıl?
Nitekim şimdi DAİŞ tamamıyla PKK ve Rojava devrimiyle savaşıyor. Daha dün Şengal’de ve Cezaa’da saldırıda bulundu. Ne Irak’a, ne de Suriye rejimine saldırıyor. Tüm gücünü Kürtlere yöneltmiş bulunuyor. Rojava’ya açılan insani koridora yoğun saldırılar ve çatışmalar var. Buralarda birçok gerillanın şahadeti pahasına DAİŞ'e büyük darbeler vurulmuştur. Zaten Kobanê’de on beş gündür hiç durmamış bir savaş sürmektedir. Dünyada bile günlerce kesintisiz süren bu tür muharebeler olmamıştır. Buna rağmen Güney Kürdistan’da DAİŞ güçleri ile peşmerge yan yana durabiliyorlar. Güçleri bu kadar yan yana durabiliyorlar ne için vurmuyorlar? DAİŞ bugün olmasa da yarın peşmergeye de saldıracaktır. Çünkü Güney Kürdistan'ı Arap toprağı olarak gördükleri gibi, kendi rejimlerine biat etmesi gereken bir ülke olarak görüyorlar.
GÜNEY HÜKÜMETİ PÊŞMERGE GÖNDEREMİYORSA SİLAH GÖNDERSİN
DAİŞ bölgede hakimiyetini kurmak isteyen bir güçtür. Her ne kadar ideolojisiz sapkın ve sapık bir harekette olsa Kürtleri hedef almıştır. O zaman peşmerge gücünü Kobanê’ye gönderemeyen Güney Kürdistan hükümeti peşmerge bakanlığı ve ya KDP hareketi o zaman yani başındakini darbeleyebilir. Bunu yapmadılar. Rojava Devrimi’nin peşmergeye ihtiyacı yoktur. Fedaice savaşacak yeteri kadar güç vardır. Başka türlü yardım edemiyorlarsa rahatlıkla silah ve cephane gönderebilirler. Ama bunu da yapmadılar. Zaten YPG-YPJ güçleri oradadır, Koban’ê halkının tümü de bir Gerilla kararlığı ile mücadele ediyor. İhtiyaç daha çok tekniğe ve ağır silahlaradır.
Kuşkusuz, gerilla imkanı neyse ona dayanarak direnecektir. Ancak teknik olursa bu direnişi daha da etkili hale gelecektir. Dolayısıyla peşmerge gönderemeyenler Rojava devrimcilerinin direnişini güçlendirecek bu tür silahları gönderebilirler. Güney Kürdistan'a o kadar silah gönderildi. Eğer Rojava devrimcileri dünyanın koalisyon kurduğu ve KDP'ye silah verilmesine vesile olan DAİŞ’e karşı en ön saflarda ve kahramanca savaşıyorsa, KDP'ye gelen silahların bir kısmı DAİŞ’le çatışmaların olduğu Rojava’ya ve Kobanê’ye gönderilebilir. Her gün uçakların Güney Kürdistan'a getirdiği bu silahlar ne içindir, hangi gün içindir? Bu silahlar ne Güney Kürdistan’da kullanılıyor, ne de Rojava halkına gönderiliyor. Halbuki tam da şimdi bu silahları Rojava devrimcilerine verme zamanıdır. Eğer bu gün verilmeyecekse ne zaman verilecektir.
PYD ve kantonlar açıklama yaptı ‘eğer silahlar verilirse biz onları Kobanê’ye ulaştırmasını biliriz’ dediler. Kaldı ki, Cizirê kantonu ve de bir bütün Rojava şiddetli bir sıcak savaşın içindedir. Kobanê’ye gönderemiyorsa Cizire’ye gönderebilir. Bu açıdan Kürdistan bölgesinin gerekçeleri doğru ve kabul edilecek gerekçeler değildir. Bir duyarsızlık ve sorumsuzluk vardır. Ulusal bir duygu, tutum ve duruş yoktur.
HALKIMIZIN VARLIĞI VE ÖZGÜRLÜĞÜ HERŞEYİN ÜSTÜNDE TUTULMALI
Güney hükümeti başbakanı Neçirvan Barzani AKP adına çok rahat konuşabiliyor. Kobanê ve Rojava’ya saldıran DAİŞ ile AKP'nin ilişkisini dünya ortaya koyarken ‘AKP’nın DAİŞ ile ilişkisi yoktur, destek vermiyor’ vb. şeyler söyleyebiliyor. Bir AKP’li bile bu kadar iddialı konuşmazken, bir AKP’liden daha fazla AKP-DAİŞ ilişkisini gizleme ihtiyacı duyuyor. Bunu da anlamış değiliz. Oysa Kobanê’de direnen Kürtler bunun tam tersini söylüyor. Sınırda direnenler, asker ve polislerin coplarına maruz kalanlar, gaz bombalarına ve kurşunlarına hedef olanlar Sayın Neçirvan’ın tersini söylüyor.
Ulusal politikalarda günlük yaklaşımlar göstermek, her şeyi ekonomik çıkarlar uğruna değerlendirmek tutarlı politikalar değildir ve yanlıştır. Kürt halkının varlığı ve özgürlüğü söz konusu olduğunda hiçbir parça, parti ve özel çıkarlar saplantısına düşmeden halkımızın varlığını ve özgürlüğünü her şeyin üstünde tutması gerekir. Bu konularda yanlışlıklar vardır. Halkımızın Güney Kürdistan hükümetinden beklentisi daha sorumlu davranması ve üzerine düşen görevleri yerine getirmesidir. Eğer ulusal birlik, ortak duruş ve ruh sağlanacaksa bu tür zamanlarda gösterilecek tutumlar çok etkili olacaktır. Çünkü böyle zamanlar ulusal dayanışmanın ve duyarlılığın gösterme zamanlarıdır. DAİŞ Hewlêr’e ve Kerkük’e yöneldiğinde gerilla hiç tereddüt etmeden, hiçbir çağrı gelmeden Güneye yönelik saldırılar karşısında durma sorumluluğunu göstermiştir.”
ULUSLARARASI GÜÇLERİN KOBANİ KUŞATMASINA YÖNELİK HİÇBİR ÇABASI YOKTUR
Uluslararası topluluk sizce neden bu kadar sessiz kalıyor?
Kobanê halkına yönelik faşist saldırılar karşısında tüm insanlık ve duyarlı kesimler vicdani sorgulama yapmalı ve ona göre tutum göstermelidir. ABD ve İngiltere vatandaşlarının kafalarını vahşice kesip öldürenlerle, Êzıdileri, farklı inançta olan insanları ve Kürtleri acımasızca katledenler aynıdır. Önüne gelen herkesi yok etmek isteyen cellatlardan oluşan DAİŞ örgütü, Güney Kürdistan’da ne ise, Rojava’da da odur. Güney Kürdistan’da ABD batılı güçler veya koalisyon güçleri hava saldırıları ile DAİŞ’e Suriye’de, Rakka ve Haseke’de vuruyor. Fakat bütün dünyanın gündemini oluşturan ve DAİŞ’in saldırıları karşısında en önde ve fedaice direnen Kobanê halkı olduğu halde Kobanê çevresinde çok açık olan DAİŞ hedefleri vurulmuyor. Uluslararası koalisyon güçleri Kobanê üzerindeki kuşatmayı kırmak için hiçbir çaba göstermiyorlar. Kobanê’nin doğusunda bir iki yeri vurmuşlar, ama etkisiz vuruşlardır. DAİŞ tüm gücünü Kobanê’nin çevresine yığmışken, bu hedeflerin vurulmaması gerçekten de düşündürücü ve kafa karıştırıcıdır. Tüm dünya da neden böyle olduğunu anlayamamakta ve haklı olarak sorgulamaktadırlar.
Rakka’da Musul’da petrolü olan yerleri vuruyorsunuz. Ama Kobanê’de bir katliam yapmak için saldıran DAİŞ çetelerinin hedefleri vurulmuyor. DAİŞ’e karşı nasıl bir koalisyon anlamadık? Bu durum bariz bir çelişki ve tutarsızlık değil midir? Tüm Kürtler de, Kobanê halkı da ve sınırda direnen Kuzey Kürdistan halkı da bu durumu soruyor ve cevabını bulmaya çalışıyor. Çünkü bizzat kendileri ‘DAİŞ’e karşı koalisyon kurduk, her yerde vuracağız’ diyordu. Ama en açık hedefler vurulmuyor. İnsan yaşamı petrolden daha mı az değerlidir ya da önceliklidir. Bu yaklaşım doğal olarak Kürtler ve tüm uluslararası kamuoyunda kuşku yaratıyor. Siyasi çıkarları mı, Türkiye ile ilişkileri mi, ya da daha derin planlar mı böyle davrandırıyor, bilemiyoruz. Ama ortada büyük bir tutarsızlık, hatta ahlaki ve vicdani olmayan bir tutum söz konusudur.
KOBANİ HALKİ DİRENECEK DAİŞ YENİLECEK
Hiçbir ekonomik hesap, siyasi çıkar insanların katliamlardan geçirilmesine gösterilecek duyarlılıktan öncelikli olamaz. Yani sorun Rojava olunca daha temkinli, daha geri de dururken mesela DAİŞ’e başka alanlarda daha radikal, daha aktif savaşabiliyorlar. Bunun altında hangi hesaplar vardır, ne için böyle oluyor bunlar değerlendirilir. Bu durumu uluslararası kamuoyunun değerlendirme ve vicdanına bırakıyoruz. Biz bunu uluslararası koalisyonun iddiası ve sorumluluğu temelinde hatırlatıyoruz. Yoksa Rojava halkı direniyor ve direnmeye devam edecektir. DAİŞ ne kadar saldırırsa saldırsın başarılı olamayacaktır. Dolayısıyla bu değerlendirmelerimiz sadece Rojava direnemez, zorlanır diye düşündüğümüzden değil, siyasi ve ahlaki olarak değerlendirilmesi gerektiğinden ortaya konulmuştur. Kobanê halkı zorluklar ne olursa olsun direnecek varlığını de statüsünü de koruyacaktır ve kesinlikle DAİŞ’i yenecektir. Ama Kobanê’ye ağır saldırılar olurken uluslararası güçlerin başka yerlerde gösterdikleri hassasiyeti Kobanê ve çevresinde olmaması gerçekten de herkesi düşündürttürüyor, koalisyonun ahlaki ve vicdanı ölçülerinin ne olduğu sorusunun sorulmasını sağlıyor.
Koalisyon güçlerinin tereddütlü ve temkinli olmasında da tabi ki Türk devletinin etkisi büyük olabilir. Ancak bu tür ilişkiler ve hesaplar sadece Kürt halkının değil, Türkiye halkının ve tüm bölge halklarının çıkarına değildir. AKP, DAİŞ’e karşı eski tutumundan kısmen vazgeçip uluslararası koalisyon güçlerine girmesi karşılığında koalisyon böyle bir tutum takınıyorsa ve Türk devletinin politikalarını kendi politikalarına böylece yaklaştırmaya çalışıyorlarsa, bu da insanlık açısından kabul edilmeyecek tehlikeli bir politikadır. Bu politikayı ne Avrupa kamuoyu ne de Amerika kamuoyu kabul eder. Daha doğrusu hiçbir ahlaki ve vicdani duruş böyle bir politikayı kabul etmez.
AKDOĞAN KENDİNİ BİLMEZ DEĞERLENDİRMELER YAPIYOR
Türkiye yetkililerinin açıklamalarını nasıl yorumluyorsunuz. En son Yalçın Akdoğan’ın açıklamaları olmuştu?
Türkiye'nin başbakan yardımcısı Yalçın Akdoğan’ın açıklamalarına ilişkin şunları belirtmek istiyorum. Kimse Türkiye'den destek beklemiyor. Sadece bir kanton yöneticisi Türkiye'nin tutumunu netleştirmek için silah verebilir demiştir. Yoksa tüm Rojava Kürtleri de biliyor ki Türkiye silah değil, amiyane deyimle Rojava devrimcilerine bitini bile vermez. Kimse onlardan şu destek, bu destek istemiyor. DAİŞ’le ilişkisini kessinler, Rojva Devrimi’ne düşmanlığı bıraksınlar ve gölge etmesinler yeter. Bir de bu zaten haddini aşarak gidip DAİŞ’e karşı savaşsınlar demiş. Herhalde bu adamın dünyadan haberi yok. Rojava devrimci güçleri iki yıldır DAİŞ’e karşı savaşıyor. Daha önce de Türkiye'nin saldırttığı El Nusra Cephesi’ne karşı savaşmıştır. HPG gerillaları da Şengal’de ve Güney Kürdistan'ın her tarafında DAİŞ’e karşı savaşıyorlar. Bu nedenle bu tür basit konuşmalar aslında AKP hükümetinin ne kadar sıkıştığını gösteriyor. Yalçın Akdoğan merak etmesin, kendisi Türkiye içindeki DAİŞ’e karşı savaşmıyorsa, gerilla Türkiye içindeki DAİŞ’e karşı da, onun destekçilerine karşı da savaşır. Gerillanın birçok cephede savaşma gücü vardır. Yalçın Akdoğan kurnazlık yapıyor. Zaten AKP hükümeti DAİŞ’le Kürt Özgürlük Hareketi'ni uğraştırıp kendi kültürel soykırımcı tasfiye politikasını sürdürmek istiyor. Bunun için de gerillanın tümünü de haydi aslanım DAİŞ’le savaşa git diye çağrı yapıyor. Egelilerin deyimiyle “haydi akıllım” derler.
Kaynak: 

No comments